Ne Kentli Ne De Köylü Olmak

Gülay Kurt

Şehirler veya diğer adıyla kentler; insanlığın tarımdan ticarete ve yerleşik hayata geçtiği günden beri hayatımızda var olan büyük yerleşim mekânlarıdır. Köy ve kasabaya nazaran demografik, ekonomik, kültürel ve sosyolojik açıdan bütünlük ve büyüklük arz eden kentler her topluma göre değişkenlik gösterir. Sanayi devrimi sonrası doğu kentleri ve batı kentleri birbirinden görece farklılıklar göstererek gelişse de kentleşme olgusu hemen hemen aynı düzlemde meydana gelmiştir. Batıdaki kentler endüstrileşme düzleminde gelişirken doğu kentleri daha çok tarım ve sanayi düzlemelerinde gelişme göstermiştir.

İSTANBUL’UN KONUMU ÖNEMLİ

Ünlü sosyolog Weber’e göre şehir, “Malların düzenli bir biçimde yerleşimcilerin ihtiyaçlarının ve geçiminin tatmini için yapıldığı yerdir: Yani pazardır” diyerek şehirlerin oluşumunu ticaretle ilişkilendirir. Şüphesiz ticaret şehirlerin kurulmasında büyük etmendir ama tek etmendir diyemeyiz. Bu pencereden baktığımızda ekonominin ve pazarın iyi olduğu her alanda kentler kurulduğunu da söyleyemeyiz. Şehirler bazen ticaretin merkezi konumunda olduğu gibi kültürün, siyasetin, eğitimin, sağlık hizmetlerinin hatta tarımın, üretimin, ordunun, askeri üslerin, limanların vb. tüm etmenlerin merkezi konumunda olabilir. Belli minvalde gelişip büyüyen kentler büyümelerine sebep olan etmenle anılarak var olurlar. Örneğin üretici şehir olarak ürettiği nesneye göre şekil alan şehirler olduğu gibi, üzerinde bulunduğu ulaşım ağlarına göre şekil alıp büyüyen ya da küçülen şehirler de olabilir. Örneğin deniz kenarında olan şehirler, limanlarla oluşurken, belli ticaret yolları üzerinde bulunan şehirler transit ulaşım ağları üzerinden büyüme gösterir. Bu ulaşım ağlarının az kullanılması durumunda ise küçülme gösterir. İstanbul bu anlamda dünyada ulaşım bakımından iki kıtayı birbirine bağlamasıyla ender yapılanma gösteren bir şehirdir. Hem sahip olduğu limanla hem de transit yollar üzerinde bulunması ve sıcak denizlere açılan kapı olması sebebiyle konum olarak en önemli yerlerden biri olmuştur.

PLANSIZ YAPILANMA

Türkiye gibi tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen ülkelerde kentleşme çok hızlı gerçekleştiği için plansız ve öngörüsüz bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak aşırı ve hızlı kentleşme sonucu kentlileşme süreci de uzamaktadır. Sanayileşen ülkelerde mevcut konumda olan kentlerin büyümesi normal ve de sağlıklı olurken sanayileşmesi sonradan oluşmuş olan yerlerin kentleşme süreci ise yavaş olmaktadır. Bu durumda ‘Aşırı’ kentleşme sürecinde kentle bütünleşme ve kente uyumun uzun bir zaman sürecinde ve yavaş gerçekleşir. Cumhuriyetle birlikte, önceki dönemden oldukça farklı anlayış ve kurumlaşmaya gidilen Türkiye’de, özellikle tüm dünyada olduğu gibi II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı bir değişim sürecine girilmiştir ki, bu değişim, ekonomiden toplumsal ve kültürel alana, idari ve siyasi yapılara kadar geniş bir alanı içerir.

KENTLİLEŞME YAVAŞ

Türkiye, ilk yerleşmelerin ve ilk kentlerin kurulduğu topraklar üzerinde var olsa da modernitenin etkisiyle kentleşme süreci, Batı şehirleriyle eşgüdümlü olmamıştır maalesef. Tarım toplumundan endüstri toplumuna veya her ikisini birden var etme savaşı içinde ne olacağına karar veremeyen ve büyüyeceği rotayı bir türlü belirleyemeyen bazı kentler küçülmeye gitmiştir. Daha açık ifade edersek; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi metropol kentlerde, artan göçle birlikte demografik olarak daha da büyüme gerçekleşirken, sosyolojik olarak gereken büyüme gerçekleşmeyip ‘Kentlileşme’ olgusu yavaş ilerlemiştir. Kentleşme bir süreç içinde belli argümanlarla var olurken, kentlileşme ise aynı süreç içinde var olması gereken bir olgu olarak karşımıza çıkar. “Kentli insan davranışlarının bireyde, ailede ve diğer sosyal gruplarda gelişme süreci” olarak tanımlanırken kentleşme ve kentlileşme olgusu beraber aynı yolda yürümesi gereken iki arkadaş gibidir. Biri birbirinden ayrı, önde veya arkada olması sorun yaratacak bir durumdur.

HIZLI SÜREÇ

Kentlileşme olarak adlandırılan süreç; kente göç eden nüfusun yeni koşullarda uygun ilişkiler kurarak, geliştirerek kentin bir öğesi olma durumuna geçme, toplumsal değişme, uyum ve bütünleşme sürecidir. Bu süreç ne kadar hızlı ve sağlıklı olursa birey o kadar az yara alacaktır. Kentlileşmeyi, kentler oluşurken, toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde, değer yargılarında, manevi ve maddi yaşam biçimlerinde meydan gelen değişiklikler olarak da açıklayabiliriz. Bu değişim duygusunun ilk başta insanlarda korku uyandırması ve bir kimlik çatışmasına girmesine sebep olacağını düşünmek normaldir. Önemli olan bu düşüncenin, karşılıklı yaşam koşullarının evrensel yaşam standartlarında bertaraf edilerek hoşgörülü bir şekilde kırmadan dökmeden giderilmesidir. Kentlileşme, temelde insanların kentle bütünleşmesini ifade eder. Bütünleşme kavramı genelde, bir nüfus grubunun daha büyük bir nüfus grubuyla kaynaşması anlamına gelse de bu durum o kadar kolay olmamaktadır.

BİREYİN KENDİNE YER BULMASI

Kentleşme ve kentlileşme sürecinde belli aşamalar söz konusudur. Bu aşamaların özenle ve de dikkatli bir şekilde uygulanması gerekir. Bireyin kentsel yaşamda kendine yer bulması ve kentsel yaşam şartlarına uyum sağlaması için bu aşamaları geçmesi kentlileşmeyi sağlayacaktır. Bu aşamaların ilki, kente gelen nüfusun, bulunduğu yerde kalmak için karar kılmasıdır. Geçicilik duygusu insanda tedirginliği artırır ve uyum isteğini azaltır. Kentte kalıcı olmayı düşünmeyen kişilerin, kentli olma, kentli davranış kalıplarını sahiplenme gibi bir gayret ve arzusu olmayacaktır. Kentte yaşanmaya karar kılınması durumunda ise, kişilerin gelecekleri açısından kentin onlara ümit vaat etmesi gerekir. Ümit olmayan yerde yaşama isteği ve kent kurallarına uyma isteği de olmayacaktır. İkinci aşama; kentle bütünleşmenin dolayısı ile kentlileşmenin sağlanabilmesi için öncelikle kişinin kentte yaşamasını anlamlı kılacak bir iş sahibi olması ve bu işin de kentli tarafından olumlu karşılanması gerekmektedir. İş sahibi olmayan kimseler kendini bulunduğu yere ait hissetmeyecek ve kentlileşme sürecinde bir rolü olmayacağını düşünecektir. Bununla birlikte yapılan işin kentliler tarafından kabul gören bir iş olması yani aykırı toplumun huzurunu kaçıran marjinal işler olmaması gerekir.

BERABER YAŞAMA

Kentlileşmenin son aşaması ise bireyin kente özgü davranış kalıplarını edinmesidir ki bu edinimin yerleşmesi bir nesilden daha fazla süreye ihtiyaç duyar. Bu davranış kalıpları bireyin kimliksizleşmesine yol açmayacak davranış kalıpları olması gerekir. Örneğin bir kentte trafik ve temizlik kurallarına uyma, selamlaşmak, yardımlaşmak, komşuluk haklarına riayet etme, gürültü yapmamaya özen gösterme vb. davranış kuralları bir insanı evrensel kurallara uyan bir insan yapar ve kentli bir kimlik kazandırır. Köy veya kasabalarda da bu kuralların çoğu vardır. Ama kentlileşme sürecinde kendi gibi olmayan farklı kültür özelliklerine sahip insanlarla beraber yaşama sanatını oluşturmak kentlileşmenin olmazsa olmazıdır.

KENTİ BENİMSEME

Kentlileşme sürecinde en önemli değişken kentte yaşama süresidir. Bir yerde ne kadar uzun süre kalınırsa oraya uyum sağlama süreci de o kadar kolay olacaktır. Elbette ki bu süreçte bireyin kentin yaşama kültürünü benimsemesinde istekli olması esastır. Yoksa ne şehirli ne köylü olabilen uyumsuz, dışlanmış hisseden isyankâr ve mutsuz bireyler toplumda meydana gelir. Yakın tarihimizde Türkiye’den Almanya’ya göç eden kişilerde en çok görülen bu uyumsuzluk durumunda sürekli karşı tarafı suçlama, kendinde bir hata aramama, kurban psikolojisi oluşmuştur. Bu durum yıllar içinde dönüşmeye başlasa da birbirinden çok farklı iki toplumun kentlileşme bağlamında yakınlaşması uzun zaman almıştır.

BİRAZ HOŞGÖRÜ

Yine benzer şekilde yakın zamanda savaş sonrası Suriye’den göç eden kişilere karşı oluşan tepkide de aynı şey söz konusudur. Kentlerde yoğun göçler sebebiyle nüfus artışı olmuş, daha önce köyden kente göç eden kişilerin torunları bu sefer yeni gelen kendi gibi olmayan ve kentli olamamış kimseleri dışlama durumuna geçmiştir. Hâlbuki bir nesil önce belki de kendi ataları öyleydi. O yüzden kentlileşme sürecinin sancılı geçmemesi için geçmişi hatırlamak, aynı yolardan geçen atalarımızı unutmadan hoşgörü sahibi ve yardımcı olmak kentli insanın görevidir.