Her yıl, en az beş on tane düğün, nikâh davetiyesi geliyor. Yaldızlı zarflar, şık gelinler, karizma damatlar, sosyal dokunun en alttan en üste hep borçla yapılmış organizasyonlar, balonlar, çiçekler, yeni gelin evleri... Yaşlıların ‘Bizim neyimiz vardı, halinize şükredin’ sözleri… ‘Aman onlar huzursuz olmasın’ diye türlü huzursuzluğa göğüs geren aileler. Buna rağmen evliliklerin ilk haftalarında huzursuzluk yaşayan gençler bize gösteriyor ki mutlu son artık mutlu değil. Daha doğrusu evlilik son değil başlangıç.
ZORLANIYORLAR
İnsan neden evlenir? Gençler bu soruyu eskisinden daha çok soruyor. Evlenmemek veya geç evlenmek birçoğumuzun gördüğü, duyduğu, yaşadığı bir durum. Okullar geç bitiyor, işler kolay bulunmuyor, kendi hayatını kurmak isteyen ya da kurmak zorunda olan gençlerin evlenmesi için önce dağları aşması gerekiyor. Aranılan mükemmel eş adayı da eskisi gibi komşunun evinde, memlekette, okula, iş yerinde kader arkadaşını beklemiyor. Sosyal medyada her şeyin en mükemmelini gören, hayatı kendi dünyasında yorumlayan gençler ilişki yürütmekte zorlanıyor.
BÜYÜK YÜKLER TAŞIYORLAR
Her yer evlilik danışmanı, herkes bilirkişi olmuş. Toplumsal sorunlar yaşanırken ateşe su döken yok. Eskilerin ‘Evlenince adam olur’ dediği erkekler ya da kadınlar artık evliliği kaldıramadığı gerekçesiyle mahkemede alıyor soluğu. Tek ebeveynli çocuklar hatta anneannesine, babaannesine, dedesine terk edilmiş çocuklar… Çocuklar evliliklerin bedelini ödüyor. Annesini ve babasını seçme şansı olmayan evlatlarımız küçük yaşlarda büyük yükler taşıyor.
KÖTÜ EVLİLİKLER
Bir yanda toplumun en küçük yapı birimi olan aileyi ve ailelerin karşılaştığı zorluklar diğer yanda şiddet hikâyeleri… Kısır döngü gibi birbirini tekrarlayan toplumsal süreçler.
Kötü evliliklerin sonucu olarak şiddet, şiddetin sonucu olan travmalar ve gelecekteki kötü evlilikler… Hepsi birbirini tetikliyor gibi. Artık daha sık duyuyoruz antidepresan almadan yaşayamayanları, adını daha söylemekte zorlandığımız psikolojik rahatsızlıkları… Ya da öfke ve düşmanlık kavramları zihninde tam anlamıyla frenlenemediği için ölüm makinesi gibi etrafa korku saçanları…
HAYATIN KENDİSİ
Toplum bir mutfak ya da bir laboratuar değildir. Toplum hayatın kendisidir. Toplumun bir hücresinde meydana gelen sıkıntılar tüm mekanizmaları etkiler. Dünya yangına koşar gibi şiddete koşarken bizim kodlarımızdaki iyiliğe tutunup dünyaya iyiliği mayalamamız gerekir? İçinde bulunduğumuz şartlarda bu nasıl mümkün olacak? Elbette ülkesini ve beraber yaşadığı insanları sahiplenerek. Prototipler yerine gerçek karakterler yetiştirerek. Elbette iletişimi, adaleti, kültürü güçlendirerek.
GERÇEKÇİ FİKİRLER
Sosyal medyada önüne çıkan her etikete nafaka, İstanbul Sözleşmesi, şiddet, kadının çalışması gibi konularda ahkâm kesenler okumazlar muhtemelen ama toplumun hem kendine hem de değerlerine format atmaya ihtiyacı var. Hepimiz karşımızdakinin insan olduğu, Allah’ın kulu olduğu gerçeğiyle yeniden bakmalıyız. Gerçekçi fikirleri doğru zeminlerde konuşmalıyız.
YENİ EŞİKLER
Evet, evlilikler artık mutlu son değil. Yeni sorunların, yeni eşiklerin ilk adımı. Bu adımı atarken en önemlisi güven duygusu. Hem birbirimize hem de topluma güven kodlarımızın yeniden yazılması lazım. Travmalardan değil kendine güvenen, geleceğe güvenen bireylerden konuşmanın vakti çoktan geldi. Mutlu sonlar değil mutlu başlangıçlar için toplumsal yapımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Modernizmin enkazına değil kadim geleneğin inceliklerine tutunmak gerekiyor. Değişimi başkalarından beklemek değil kendimizden ve çevremizden başlamak gerekiyor. Yapabiliriz, yapabilirsin... Sadece isteyelim ve inanalım.