Acı ne kadar derinse o kadar zordur ifadesi. Cümlelerin kifayetsiz kaldığı tarifsiz acıların tabirini yapabilmek için iyi bir edebiyatçı olmak yetmez elbette hiçbir zaman. Ve bazen en keskin sözler bile duyuramaz mazlumun çığlığını, kulağını tıkayana. Ancak zulüm öyle keskin, öyle hadsizdir ki bazen sessiz kalmak da ölümdür insan olan için, bu zulmün, haksızlığın karşısında. Hiçbir şey yapamamanın çaresizliğinde bir serzeniştir, bir taş atmaktır, duyurmaktır hiç olmazsa onu bütün dünyaya…
Duyuramasa da nihayetinde ben duydum, farkındayım diyebilmektir, hiç bir vakit yeterli olmamakla birlikte. Asıl mesele, asıl çaresizlik zulmü kime, nasıl duyuracağını bilememektir belki de. Zalimin kim olduğu herkesçe bilinse de…
Zulüm nedir, zalim kimdir ve kimdir mazlum?
Zulüm: haksızlık, acımasızca davranma ve eziyet etme anlamlarına gelir. "Bir şeyin lâyık olduğu yerden başka bir yere konulması" diye tanımlanmıştır. Zıddı "adâlet"tir. Zulüm, hakkı sahibinden zorla almak; adâlet ise, hakkı sahibine vermektir. Kur'an'da en çok geçen kavramlardan birisi "zulüm"dür. Zulmedenlere de zalim denir ki, sadece zulmeden değil zulme sessiz kalan da zalim olarak nitelenir.
Mazlum: Zulme ve haksızlığa uğramış, hakkı gasp edilmiş, ezilmiş, hakkını arayamayan çaresiz kimseye denir.
Tüm bu bilgiler ışında baktığımızda görüyoruz ki aslında zulmedenler de tek bir millet, zulme uğrayanlar da.
Tam da Zarif şairin dediği gibi: “Bakıyorsunuz, zulmedilenlerin tek ortak özelliği var; Müslüman oluşları. Ve zulmedenlere bakıyorsunuz, onların da bir tek özelliği var; Kâfir oluşları veya küfre hizmet edişleri.”
Bu durum belki de çok daha iyi özetliyor bazı mevzuları. Zulme uğrayan İslam Âlemi ise… İslam ümmeti belki de hiçbir çağda bu çağda duyduğu kadar nebevi şefkate ihtiyaç duymamıştır maalesef.
Bugün İslam coğrafyası zulüm altında inliyor, musibet dalgaları arasında savruluyor ve fitne halkaları içinde sürükleniyor. Müslüman kanı ve gözyaşıyla yoğruluyor topraklar. Ama tüm dünya sessiz bir seyirle es geçiyor. Görmüyor… Duymuyor… Tek bir yumrukta birleşen İslam düşmanları utanmadan meydan okurken, kutsal beldelere saldırırken, güçsüz, garip ve çaresiz Müslümanlara her tür zulüm, tecavüz ve katliamı reva görürken binlerce Müslüman, kardeşlerinin sessizliği ve zalim güçlerin hadsizliği arasında acılar içinde telefolup gidiyor.
Ve aynı dünya kıyıya vuran bir balina ölüsü üzerinden cihanı ayağa kaldırıyor. Bir yerlerde İnsan Hakları diye nutuklar atılıyor. Milletler birleşiyor sözde; ülkelerin, insanların, çocukların en doğal haklarını, yaşam haklarını savunmak için, adalet ve özgürlük için güya. Nice büyük ve güçlü ülkeler gururla bahsediyor barıştan ateşe verdikleri dünyayı, zehrettikleri hayatları hiçe sayarak… Ancak o zalimler, mülkünden kovduğu, kendi toprağını elinden alıp terörist ilan ettiği, sömürdüğü yetmezmiş gibi yaşam hakkı bile tanımıyor bu mazlumlara. Kadın, çocuk, hasta, sakat hiç düşünmeden maliklik yarışına giriyor haşa yaratanla. En tehlikeli olanı en masumca duruşu sergiliyor hayâsızca… Medeniyet denilen kahpe hakikatin gölgesinde saklıyor nişan almış silahlarını, fitili çekilmiş bombalarını. Ve hep aynı hedefe doğrultuyor namlusunu hakkı olmayana sahip olabilmek için. Ortadoğuya…
Sebep bazen petrol, bazen doğal kaynaklar olsa da. Öyle şeytani ve sinsice tezgâhlıyor ki planını elindeki maşayla. Adice ama usulca… Ve en acısı da bazen kestiği ağacın odunundan yapılmış oluyor tuttuğu balta… Kardeşi kardeşe kırdırıyor akıl almaz entrikalarla. Adı değişse de maalesef zulüm hep aynı ruhlarda hayat buluyor. Ve hep aynı bedende sızlıyor yara. Hiç dinmiyor kan ve gözyaşı. Acılar durulmuyor. Ve “Dünya hassas kalpler için bir cehennem” oluyor.
Sahi, rengi olur mu acının, gözyaşının? Dili, dini, ırkı olur mu? Hangi çocuğa aittir bu dünya ve hangisinin hakkı yoktur yaşamaya? Kim çizer sınırlarını yeryüzünün, kanunları kim belirler? Herkese yetecek kadar geniş yaratılmışken arz, kim kimi neden istemez?
Peki, hangi menfaat sonsuza kadar kar sağlar, hangi varlık ebediyete kadar mevcudiyetini korur? Ölümsüzlük var mıdır yaratılmış olanın kaderinde? Ne yetmez insanoğluna bir avuç toprak yetecekken ahirinde? Öyleyse niçin bunca kan akar, neden zulüm hiç durmaz Kabil’den bu yana. Asırlar geçe de anlatılsa, söylense de ve herkesçe bilinse de neden durdurulamaz bir türlü, tüm gönüller dualarda birleştiği halde?
Belki de sadece kavli dua değildir çözüm. Fili dualara ihtiyaç vardır. Bugün tarafımızı belli etme vaktidir. Kimi elle düzeltir, kimi dille düzeltir, kimi de kalbiyle buğz eder. Bugün, İbrahim olma vaktidir, Nemrut’a karşı. İbrahim olamasak bile atmak istedikleri ateşe su götüren karınca yerinde olma vaktidir. Bizim suyumuzun bu ateşi söndürüp söndüremeyeceğini bilemiyoruz. Ancak bugün haktan yana olmak vaktidir. Ateşi yakanlara karşı… Yoksa sadece ateşi seyredip farkında olmadan yavaş yavaş o ateşin zehirli dumanından helak olup gideceğiz. Sefer vakti belki seheri bulmak için, zaferi haktan umarak…
Peygamberimiz (s.a.s)şu hadis-i şerifiyle uyarıyor: “Zulme yardımcı olan kimse, kuşkusuz Allah’ın gazabına uğrar.” “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.”
Dün Irakta, Mısırda; bugün Suriye’de Filistin’de, Yemen’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da… Ama hep İslam topraklarında… Müslüman diyarlarda yaşanan acılara, haksızlıklara dur diyeceğiz. Duamızla, ruhumuzla, tüm varlığımızla ve dahası canımızla. Bizim inancımızda ümitsizliğe yer yoktur. Ne kadar derin ve ağır olursa olsun tüm acılar geçicidir. Biz biliriz ki “Zulm ile abad olan kahr ile berbad olur“Geçmiş zalimlerden ibret alınmalı? Firavuna ne oldu? Hani Nemrut, hani Karun, hani Ebu Cehil, Ebu Leheb, adlarını ağzına alan veya onlara rahmet okuyan var mı? Ya karşılarında duranlar, zulme uğrayanlar? Bunun içindir şairlik olsa da vasfımızda, dilimizde şiir niyetine beddua, elimizde taş. “Şair aşka boyun eğer zulme değil “ biliriz. Ve yine biliriz ki kâfirler istemese de tamamlayacak Allah nurunu. Biz o nurun bir parçası olmak derdindeyiz.
Yeter ki, dünyaya tarih boyunca umut olmuş ve olmaya devam eden bir milletin çocukları olarak bizler, aramızdaki birlik ruhunu ayakta tutarak mazlumun, masumun ve mahrumun yanında olmaya her zamankinden daha büyük bir coşkuyla ve imanla devam edelim.
Nerde bir mazlum kardeşimiz varsa orda atmalı yüreğimiz. Milyarlarca Müslüman’ın yaşadığı bir dünyada Ebabilleri beklemek yakışmaz bize. Nice gönüller fetih beklerken ufka bakmadan, yılmadan yürütmeliyiz gemileri. Fatih biz olmalıyız, fetih bizim olmalı. Anneler yaşlı gözlerle beklememeli, yeniden doğurmalı Selahaddinleri. Yeryüzüne hâkim olmalı yine Ömer’in adaleti. Tekrar tekrar dünyaya gelmeli Musab’lar. Ömer biz olmalıyız, Musab biz. Beklememeliyiz. Artık uyanıp yıllar süren uykudan tüm uyuyanları uyandırmalıyız! Keramet, mucize beklememeli… Ve kurşuna dizilse de tüm çocuklar, bir Musa sağ kalmalı! Kalacak biliyoruz ve canı gönülden diliyoru . Musa biz olmalıyız!