Ben çocukken Türkçe konuşan insanlar dışındakilerin hiç mutlu olmadığını sanırdım. Bana göre onlar boşuna yaşıyordu. Sevinç lerini, öfkelerini, dertlerini insanTürkçe dışında nasıl ifade edebilirdi ki? İştebu kendinden olmayanı, kendisine benzemeyeni, kendisi gibi yaşamayanı anlamama;beğenmeme hatta istememe durumu bazı-larında çocuklukla sınırlı kalmıyor maalesef.Dünyayı ve özellikle yaşadığı toprakları kendisine zimmetlenmiş gibi gören, kanının asil mavi olduğuna inanan insanlarla doluetrafımız.
Oysa Türkçe konuşmayan, bizim gibi görünmeyen, bizim gibi düşünmeyen, bizim gibiolmasa da yaşayan ne çok insan olduğunuhatta bunların zaten hemen yakınımızda ülkemizin yanı başında olduğunu son yıllardaçok iyi öğrendik.
Evet, savaş mağduru mültecilerden, ülkemize sığınan kardeşlerimizden, günümüz muhacirlerinden ya da genel adıyla artık neredeyse bir hakarete dönüşmüş olan Suriyelilerden bahsediyorum.
Önceleri sınıra yakın şehirlerimizde sonra İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde şimdilerde ise hemen hemen her şehirde olan göçmen kardeşlerimizden… Son zamanlarda hem sosyal medyada, hem yazılı ve görsel medyada hem de halk arasında kulaktan kulağa yayılıp yükselen bir “Suriyeliler ülkesine dönsün”, “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” fırtınası var. Evet, evet; bitmemiş bir savaşın, her anpatlayacak bombaların, açlık, hastalık, güvenlik sorunlarının en had safhada olduğu, üstelik çoğunun zaten gidecek bir evinin bile olmadığı ülkelerine dönsün istiyorlar, kadın, çoluk çocuk… Bak şimdi haklarını yemeyelim; bazıları diyor ki, kadınlar çocuklar kalsın canım, erkekler gitsin. Artık o kadın ve çocuklara burada kim bakacaksa? Kimisi hiçbirini istemiyor, söylemeye çekinse de! Fakat istesek de istemesek de beraber yaşadığımız ve öyle görünüyor ki bir müddet daha beraber yaşayacağımız bir gerçek. Yazılı medya kaynakları da bu nefreti adeta körüklüyor.
Ağalı diziler, küfürlü bel altı espirili filmler için birbirini yiyen yapımcıların aklına hiç mi Suriyeli bir çocuğun gözünden Türkiye’ye gelirken ya da geldikten sonra yaşadıklarını konu alan bir film ya da dizi yapmak gelmiyor.
Bundan yüzyıllar öncesinde yaşıyor olsaydık, biz halk olarak belki yalnızca ülkemizde savaş olduğunu bilecek, oğlumuz kocamız askere giderse onlardan mektup bekleyecek; kral, imparator, padişah vs -her nerede yaşıyorsak çıkıp “Artık harp bitmiştir, sulh yapılmıştır” diyene kadar da hiçbir şeyden haberdar olmayacaktık. O imparatorlar bile ulaklarla, mektuplarla haberleşirken, savaşlar at üstünde, göz göze kılıç sallayarak yapılırken bizim ülkemizin mülteci sorunuile ilgili görüşler bildirmemiz olanaksız olurdu. Tabi bize fikrimizi soran da olmazdı diye düşünüyorum.
Ama artık hiçbir şey o yüzyıllardaki gibi değil. Dünyanın herhangi bir yerinde olan savaşlar hepimizi etkileyebiliyor. Zaten o savaşlarda sadecesavaş meydanında kılıç sallayarak olmuyor. Bir bomba ile yüzlerce kişi aynı anda ölebiliyor. Sonra dünyanın başka yerlerinde insanlar o savaşlarda yaşanan görüntüleri anında başka insanlarla paylaşabiliyor. Bambaşka insanlar da bu görüntülere yorumlar yapabiliyor. Yani Suriye’deki iç savaşı, iç savaş gibi görünen savaşta hangi dış güçlerin parmağı olduğunu, bölgede yaşananların neleri doğuracağını; mülteci nedir, sığınmacı nedir, hakları nelerdir, farkları nelerdir gibi birçok ayrıntıdan anlamayan insanlar, adeta bir uluslararası ilişkiler profesörü gibi fikir beyan edebiliyor. Şimdi bu anlattıklarımı o göz göze kılıç sallayan insanlara anlatsak inanamazlar.
Çünkü yüzyıllar önce olmayan ama günümüzde savaşlar kadar gerçek olan, savaşlar kadar etkili olan bir şey var ki oda, medya. Televizyon, gazete, sinema, diziler ve sosyal medya. Medya için dünyayı elinde tutan güç desek hiç de abartmış olmayız.
Zaten ülkemizdeki sığınmacılarla ilgili sorun da en çok sosyal medya üzerinden çıkıyor. Giderek büyüyen bir Suriyeli/Arap nefreti var gündemimizde. Bazı yazılı medya kaynakları da bu nefreti adeta körüklüyor. Çamur at, izi kalsın politikasıyla, kaç kişiyi inandırsak kardır zihniyetiyle yapılan haberlerle ülkedeki nefret söylemi giderek artıyor.
“Plajlara Suriyeli akını”, “Suriyeliler ile vatandaşlar arasında kavga” şeklinde kimileri tamamen yalan kimileri saptı rılmış haberlerle vatandaşların sığınmacılara karşı tutumunu olumsuz yönde etkilemeye çalışıyorlar.
Fakat aynı basın; biri karnında doğmasına bir gün kala, biri yanındaki evladıyla vahşice tecavüz edilerek katledilen Suriyeli genç kadın için aynı yaygarayı koparmıyor.
Çünkü medya, elinde bulundurduğu güç ile toplumların algısını istediği gibi yönlendiren bir iktidardır. Televizyonda, gazetelerde ve sosyal medyada sürekli konuşulan Suriyeliler mevzusunun bunca senedir tek bir film ya da dizide karşımıza çıkmamasını ise gerçekten ilginç buluyorum.
İtalyan yazar Francesca Sanna’nın on iki dile çevrilen Yolculuk adlı çocuk kitabında; küçük bir kız çocuğunun ailesiyle birlikte savaştan kaçarken yaşadıkları, hiçbir duygu sömürüsü içermeden birçocuğun gözünden, çocuk naifliğiyle anlatılmış. Bugün ülkemizde hemen hemen her yerde olan mülteci çocukların neler yaşadığını, neler hissettiğini anlayabilmemiz ve çocuklarımıza anlatabilmemiz açısından ne güzel düşünülmüş bir fikir değil mi?
İnsan düşünmeden edemiyor, bu İtalyan ablaya kadar dünyada en çok mülteci çocuğun yaşadığı bu ülkede neden böyle şeyler yapılmıyor? Bir kitap, bir çizgi film, bir animasyon filmi yapamaz mıydık? Ya da bir sinema filmi? Hiç olmadı bir dizi. Ya da bir gündüz kuşağı programı.
Ülkede soğan doğramanın zorluklarından, yeni gelinlerin fırın örtüsüne kadar her konuda tv programı; asker-polis, hırlı-hırsız, anne-çocuk, zengin-fakir her konuda da bir dizimiz var.
Böylesine önemli bir gündemi Hollywood olsa asla kaçırmazdı. Derhal ne kadar hayırda yarışır bir millet olduklarını kanıtlamak, Amerikalıların ne kadar iyi insanlar olduklarını göstermek için mülteci bir çocuğun hikayesini beyaz perdeye aktarırlardı. Gerçi onların ülkesinde olmasına gerek yok, demokrasi dizayn etmek için gittikleri Irak’lı bir mülteci çocuğun hikayesini anlattıkları bir filmleri var bile.
Medya ya da film endüstrisi insanların psikolojileri üzerinde bu kadar etkili olmasaydı, herhalde Hollywood bir savaş için elli tane film çekmezdi. Sadece Yahudilerin toplama kamplarındayaşadıklarını anlatan bile bir çok film var.
Yine İtalyan yapımı Oscar ödüllü Lavita e bella “Hayat Güzeldir” filminde Yahudi bir babanın küçük çocuğunun savaştan etkilenmemesi için verdiği mücadeleyi görürüz.
Ağalı diziler, küfürlü bel altı espirili filmler için birbirini yiyen yapımcıların aklına hiç mi Suriyeli bir çocuğun gözünden Türkiye’ye gelirken ya da geldikten sonra yaşadıklarını konu alan bir film ya da dizi yapmak gelmiyor.
Yalan ya da abartılmış haberlerle ülkemizde giderek artan bu Suriyeli nefreti en çok mülteci çocukları ve bence bizim çocuklarımızı etkileyecek. Onlar sadece olumsuz haberlerle medyamıza konu oluyor, hep nefret söylemleriyle... Onlarla empati kurabilmemiz için, denizde boğulmaları, bombaların arasında kurtulduklarında tepkisiz surat ifadeleriyle kameraya yakalanmaları ya da tecavüz edilip öldürülmeleri mi gerekiyor?
Gerçekte neler yaşadıklarını, ne korkular, ne acılar, ne sıkıntılar çektiklerini, özellikle de çocukların ruh dünyalarında neler yaşadıklarını da gösterebiliriz insanlara. Senaryo aramaya da hiç ihtiyaç yok. Gerçekte yaşanan onca şey varken. Çocuklarımızın içinde benim gibi “Türkçe konuşanların dışındaki insanların yaşadığını bile düşünmeyen” çocuklar var mıdır bilemiyorum. Yoksa bile giderek artan nefret söylemleri arasında olması kaçınılmaz duruyor. Kaldı ki benimki yalnızca dillerle ilgili kafa karışıklığımdan kaynaklanıyordu.
Ama artık kendinden olmayana yaşama hakkı vermeyen zihniyet egemenleşmek için elinden geleni yapıyor. Keşke çocuklarımızın; savaştan kaçmış, başka ülkelere sığınmak zorunda kalmış çocukların dünyalarını, yaşadıklarını anlayabilmeleri için elimizdeki medya gücünü kullanabilsek. Unutmayalım ki, kimse doğup, büyüdüğü, yaşadığı ve ecdadının kanlarıyla sulanan topraklarını kolay kolay terk etmez. Yine unutmayalım ki, bir düğmeye dokunma kolaylığında savaşların çıktığı bir dünyada hepimiz birer mülteci adayıyız. Satırlarıma şu anda karşımda duran kızım ve ülkesindeki savaştan kaçarak ülkemize sığınmış arkadaşının gülüşlerinin tüm ülkemize yayılmasını dileyerek son veriyorum.