Siz bu satırları okumaya başladığınızda, ben çok uzaklarda olmayacağım. Muhtemelen ben de sizin gibi ‘Anneler günü’ temalı reklamları, kampanyaları izliyor olurum. Burnumuzun direğini sızlatan duygusal reklam filmlerinin ardından bir GSM operatörü, havayolu şirketi ya da küçük ev aletleri markası görüyor oluruz. Bir süre öncesinden reklamları dönmeye başlar, beklenen gün gelip çattığında da sosyal medya hesaplarımızdan annemizi ne kadar sevdiğimizi gösteren paylaşımlar yaparız. Yahut bir anne olarak ne kadar sevildiğimizi…
SAHİP OLDUKLARIMIZLA ÖVÜNME HASTALIĞI
Bir şekilde sahip olduklarımızla övünmemizin gerektiği bir dönemde yaşıyoruz maalesef. Çağın vebası diyeceğim ama çağa da yazık. Elli çeşit vebası var.
Gösterme, paylaşma ve ilan etme hastalığı diyeyim, veba olmasın hadi. Yoksa insanlar neden “Bir kızı olmalı insanın”, “Bir oğlu olmalı insanın” diye emir verme ihtiyacı hissetsin ki? Kaldı ki insan bunu kime ve neden söyleme gereği duyar?
Bir kızı olmalı, bir oğlu olmalı insanın, ben en çok anneliği sevdim, anne olmadan önce eksiktim gibi sürekli anneliği kutsayan şeyler söylemenin amacı ne olabilir? Kızı ve oğlu olanlar zaten biliyor nasıl bir şey olduğunu. Anne olanlar da anneliği biliyor. Öyleyse kime söylüyoruz bunları? Kızı ya da oğlu olmayanlara mı? Anneliği yaşamamış olanlara mı?
Bize hep anneliğin bir içgüdü olduğu ve çok kutsal olduğu söylendi bugüne dek. Ama son yıllarda anneliğin bir içgüdü olmadığı, çünkü türünün bütün örneklerinde görülmediği de söyleniyor.
İSTATİSTİKLERE GÖRE
İçgüdüyü şöyle tanımlıyoruz;
1. (Felsefe) Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkitabii
2. Organizmayı o türe özgü olan bir amaca ulaşmaya sürükleyen davranış eğilimi.
Bu durumda annelik bir içgüdüyse türünün bütün bireylerinde görünmesi gerekir. Fakat kutsal olarak kabul ettiğimiz yani bir çocuğun bakımı, sevilmesi, maddi manevi yetiştirilmesi gibi şeyler türünün tüm örneklerinde görünmüyor maalesef.
Ben söylemiyorum istatistikler, araştırmalar söylüyor! Ufak bir arama motoru gezintisiyle; anneleri tarafından terk edilen, bakılmayan, istenmeyen, sevilmeyen birçok çocuk bulabilirsiniz. Yetiştirme yurtlarındaki çocukların hepsinin, anneleri hayatta olmayan çocuklardan oluştuğunu düşünmüyordunuz herhalde? Hatta çok fazla olmamakla beraber çocuğunu terk etmese bile hiçbir şekilde sevemeyen anneler bile var.
DÜNYAYA KATKIMIZ OLDUĞU SÜRECE ANNEYİZ
Yani annelik biyolojik olarak çok da kutsal değil esasen. Neticede insan canlısı, doğadaki tüm canlılar gibi doğuruyor ve çoğalıyor. Böylece ana oluyor. Yani konum ve isim olarak. Tıpkı bir tavuk, kedi ya da zürafa gibi… Üstelik binlerce yıldır! Pekâlâ, tavuğu kediyi ve zürafayı kutsal yapmadığı halde insan canlısını nasıl oluyor da kutsal yapıyor annelik?
Çünkü bizim kutsal saydığımız şey aslında doğurma eylemi değil. Bir çocuğun bakımı, maddi manevi yetiştirilip, bir yetişkin olarak hayata kazandırılması. Anneliğin kutsal tarafı insan yetiştirmeye katkısı ise, bunun için bu biyolojik süreçlerden geçmemiz hatta dişi olmamız bile gerekmez. Bir insan yetiştirmeye katkımız olduğu sürece kutsalız demektir. Dünyaya ve insanlığa katkımız olduğu oranda anneyiz demektir.
Esasen anneliğin sürekli yüceltilmesi ve kutsanması hem halihazırda anne olan kadınların sırtına bir yük bindiriyor hem de anne olmamış yahut olamamış kadınlar üzerinde baskı kuruyor.
ONAYLAMAMA HAKKIMIZ VAR
Anneliği; kutsallık, fedakârlık, kendini geri plana atma, sürekli kaygılı olma gibi şeylerle eşleştirerek kadını anneliğe prangalıyoruz adeta. Ne kadar kaygılıysa o kadar iyi anne gibi…
Kadınlıkta gelinebilecek en üst mertebenin de yine annelik olduğunu toplumun bilinçaltına kazıyoruz.
Bir gün, meşhur bir televizyon programcısı kadın için, sosyal medyada hakaret içerikli paylaşımlar yapılmış, bunun üzerine meşhur bir hanım şarkıcımız da şöyle bir savunma yapmıştı: “O her şeyden önce bir anne!”
Neden? Neden her şeyden önce bir anne? Her şeyden önce bir insan olması gerekmez miydi?
Annelik insanın kusurlarını örten ve yanlışlarını görmezden geldiren bir şey midir? Ya da şöyle soralım, anne olmasaydı, o hakaretleri hak etmiş mi olacaktı?
Annelik elbette ki, bir kadının kişisel yolculuğunda önemli bir basamaktır. Kadın kendisini anne olunca tamamlanmış gibi de hissedebilir. Eyvallah, hakkıdır. Ama bizim de bunu toplumsal anlamda bu denli kutsamayı, bununla kadına toplumda yer açmaya çalışmayı onaylamama hakkımız var.
DEĞERLİSİNİZ
Anne olmamış ya da olamamış kadınlarla anne olan kadınların insani değer açısından hiçbir farkı yoktur. Bu durumda “O her şeyden önce anne” sözü ayrıştırıcı ve incitici bir sözdür.
“Anne olunca anlarsın” sözünün anne olmayan kadının empati duygusunun, anne olana oranla az olacağı ön yargısının da incitici olması gibi.
Anne olmamış kadınlar da güçlü, merhametli ve fedakâr olabilir. Tıpkı her annenin güçlü, fedakâr ve merhametli olmaması gibi. Kaldı ki anne olan kadınların da olmayan kadınların da zaman zaman güçsüz olmaya hakkı vardır. Anneler süper kahraman değildir.
Güçlü ve güçsüz yanlarıyla, anne olsun ya da olmasın, yalnızca insan olduğu için de değerli olabilir bir kadın.
Bu yazıyı, ‘Anneler Günü’ münasebetiyle annelere ve anneliğe yapılan güzellemeler arasında kaybolması ve gözden kaçması ihtimaline rağmen, anne olmamış/olamamış, evladını kaybetmiş kadınlar için yazıyorum. “Siz anne olmasanız da sadece kadın olarak ve her şeyden önce insan olarak değerlisiniz!”