“İktidar erkektir, mülkiyet erkektir, ahlak erkektir, adalet erkektir, teknoloji erkektir, hayran olunma özlemi erkektir. Aile kadındır, namus kadındır, kırılganlık kadındır, nesne kadındır, anlaşılma özlemi kadındır” ifadeleri her daim her mecrada tekrar edile gelmektedir.
Hiç unutmuyorum. Mardin’in ilçelerinden birinde yıllar önce “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” kapsamında büyük bir coşkuyla çeşitli etkinlikler düzenledik. Bu etkinliklere katılan kadınlardan biri “bizimde bir günümüz varmış, ne güzel di mi” dedi. Evet bizimde bize özel bir günümüz var.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü…
Bize özel olan bu günde hiç düşündünüz mü, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet eşitliği ya da eşitsizliği gibi kavramlar bize ne ifade ediyor.
Hepimiz acaba aynı şeyi mi anlıyoruz…
Cinsiyet kavramı kadınların ve erkeklerin biyolojik özelliklerinden kaynaklanan doğal farklılıklarını ifade ederken, toplumsal cinsiyet kavramı kadınlara ve erkeklere verilen toplumsal rolleri ifade etmektedir. Toplumsal cinsiyet kadın ve erkek olarak tanımlanan cinsiyet kavramıyla iç içe geçiyor görünmektedir; oysa ki biyolojik cinsiyetten farklı olarak ekonomik, politik, sosyal ve kültürel ilişki biçimlerini ifade etmektedir.
Bizim kültürümüzün de aralarında bulunduğu birçok kültürde ayrımcılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha doğmadan başlamaktadır. Dünyaya çocuk getirmek, özellikle de erkek çocuk getirmek hem erkeklerin hem de kadınların birincil kaygılarını oluşturmaktadır. Çünkü annelik, kadınları en fazla güçlendiren deneyimlerden biri kendilerini var edebilecekleri meşru bir alan ve hele de bir erkek çocuk sahibi olmak gelecek açısından ekonomik güç, sigorta ve neslin devamıdır.
Toplumsal cinsiyetin oluşumu yani kadın ve erkek olmak bireylerin toplumsallaşması sürecinde öğrenilir. Kadın ve erkek olarak doğmadan önce döşenecek odadan, giydirilecek kıyafetlerden başlayarak cinsiyet rolleri farklı birçok kanaldan öğrenilmeye başlanır. Kız bebeklere pembeler giydirilirken, erkek çocuklarına maviler giydirilmeye başlanır, kız çocukları bir ya da iki yaşına kadar emzirilirken, erkek çocukları iki ya da dört yaşına kadar emzirilir, kız çocuklarına mini ev eşyaları, bebekler alınırken, erkek çocuklarına toplar, tüfekler, misketler alınır. Kız çocuklarının ağlaması, huysuz, mızmız olarak yorumlanırken, aynı anda ağlayan bir erkek çocuğunun ağlaması mücadeleci ve güçlü olmasına yorumlanır.
Bazen kız çocuklarının nüfusa kaydedilmesi unutulur, onlara kayıp aile üyesi ya da yaban ele gidici gözü ile bakılır, bazen de çocuklar sayılırken kız çocuklarının varlığı yok sayılır, sadece erkek çocuklarının sayısı söylenir.
Geleneksel söylemler, masallar, deyişler de farklı oyuncaklarla ta baştan ayrıştırılan hayatların kimlik çatısını oluşturmakta büyük pay sahibi olur. Bu tür söylemlerde hep kız çocuğunun hanım hanımcık olanına, erkek çocuğunun da yırtıcı, tuttuğunu koparanına övgüler dizilir. Toplumda kadın ve erkeğe dair önyargıların en belirgin izlerini deyişlerde görmek mümkündür. “Saçı uzun aklı kısa” gibi. Oysa saç enerjinin en yüksek halidir. Tanrı’ya saygının adıdır. Keramet saçtadır. Aklı kısa değildir saçı uzatan. Her tel, gökten armağandır ha bedende ha saçta fark etmiyor.
Masallar ve romanlar da farklı değildir, mutlu bir aile hayatı için kadınlar için sabır ve bekleme öğütlenirken, en güzelini seçme ve alma hakkı erkeklere verilir.
Toplumda özne yerine nesne olarak görülen kadın ötekidir, başkadır, kendini gerçekleştirememiş, kimliğini oluşturamamıştır. Erkek ise, bir kimlik olarak kendine yetendir, özgürdür ve konumunu belirlemiştir.
Toplum tarafından ev içi roller kadına, ev dışındaki roller ise her anlamda gücü ve kontrolü elinde tutan erkeğe atfedilir. Baba “eve ekmek getiren, aileyi ayakta tutan” iken, anne de “evi çekip çeviren, çocukları yetiştiren” rolünü üstlenen kişidir. Aynı ev içerisinde yaşayan bakıma muhtaç kişilerin ihtiyaçlarını karşılamakta kadınlara düşer.
Güzellik, diyet, estetik ve moda endüstrisi kadına, sağlıklı yaşam, emeklilik sonrası aktif yaşlanma ve spor endüstrisi ise erkeğe hizmet eden alanlar olarak algılanmaya koşullanır. Bir başka deyişle, yaşlanma, çizgiler ve karşı cinsin ilgisini kaybetme kaygısı olumsuz bir değer olarak görülmeye başlanmasıyla birlikte toplum tarafından tercih edilen görüntüye yönlendirilen kadının mottosu ”kendine bakmayan kadın vardır, çirkin kadın yoktur, küçük bir dokunuş yeter”, erkeğin mottosu ise “erkeğin çirkini güzeli olmaz, erkeğin parası, gücü, kasları ve kariyeri olur” haline dönüşür.
Dünya Ekonomi Forumu her sene yayınladığı “Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi”nde kadın ve erkeklerin durumunu değerlendirerek, kadınların ekonomiye, siyasete katılımı, eğitime ve sağlık hizmetlerine erişimlerini dikkate alarak, belirli bir aşamadan sonra yükselmelerinin görünmez engellerini rakamlarla ortaya koyar. Görülür ki yönetici pozisyonunda çalışan her kadın bir gün “Cam Tavan Sendromu”na yakalanmaya adaydır.
Bu durum tabii ki yalnızca az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere özgü bir sorunsal olmayıp, tüm dünyada her konunun altında KADIN hala ayraç içinde irdelenmektedir. Bakıldığında toplumsal cinsiyet eşitsizliği dünyanın her yerinde kadınların karşı karşıya kaldığı bir sorundur ve bu durum, kadınların kırılganlığını evrensel bir hale getirmektedir.
Son Söz
Toplumsal cinsiyet kimliğinin kurulmasında sosyalizasyon süreci çok önemli bir düzenleme aracıdır. Bu düzenleme, kadınlarla erkekler arasındaki bir ayrışmadan ve farklılaşmadan daha fazlası olup, kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliği hem daha derinleştirir hem de kadınların toplumsal rollerinin erkeklerin çıkarlarına göre de düzenlenmesi anlamı taşır.
Artık siz karar verin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlanırken yasaların uygulanması ve toplumsal roller, kadınların mı yoksa erkeklerin mi çıkarlarına göre yaşamın tüm alanlarında eşit şekilde yer almakta ve temsil edilmektedir.