IRKÇILIĞIN HİÇ DEĞİŞMEYEN MODASI “İSLAMAFOBİ”

Ayşegül Akyüz Yahşi

“Irkçılık” denen hastalık, çağlar boyunca kendini farklı kılıflarla gizlemiş; böylece değiştirmek istediği etnik kökenlere yönelik faaliyetlerini hız kesmeden sürdürmüştür. Öyle ki; İslamafobi de ırkçılığın hiç değişmeyen modası olmuş ve insanlığın inanç aleminde onarılmaz yaralar açmıştır.

Bakınız; güncel rakamlara şöyle bir değinecek olursak eğer; dünya nüfusu toplamda (Yedi milyar sekiz yüz bin) 7,812,000,000 civarı... Peki bu dünya nüfusu içinde farklı dil, din, ırk, kültürden insanlar arasında; Türkiye’ den değişik ülkelere göç eden, yüzbinlerce insanın olduğu bir gerçek değil mi? Peki bu insanlar, gitmelerini haklı sebeplere bağlarken; bize gelen göçmenler, neden faşist bir ağızla potansiyel suçlu damgası yiyor? Anlamak mümkün değil!.. Bize gelen; sığınmacı, bizden giden; entelektüel, diye adlandırılıyor. Unutmamalıyız ki; yüzyıllar boyunca Anadolu Coğrafyası, hoşgörüsüyle birçok insana kucak açmış, farklı kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Ama günümüz insanı şu an; vicdan duygusuna ve Türk misafirperverliğine gölge düşürecek cinsten, talihsiz söylem ve eylemlerde bulunarak; adeta, insanlığın dejenerasyon sürecine girdiğini apaçık ilan eder durumdadır.

Eli cebimize girene -hırsız- demekten çekinmiyoruz da; dilimizi, dinimizi, kültürümüzü, ahlakımızı çalanları, neden göz ardı ve baş tacı ediyoruz? Gece kulüplerini, otel odalarını, meydanları ve hatta annelerin yerini dolduranların göçmen oluşlarıyla hiç ilgilenmiyoruz bile; bilakis, kendilerine râm oluyoruz. Bu nasıl bir sapkınlıktır ki; Müslüman olduğu vakit, mülteci ve istenmeyen biri konumuna düşüyor insan. Şimdi soruyorum size; böylesi bir tezatlığın açıklaması -İSLAMAFOBİ- den başka ne olabilir ki? Yalnızca çıkarlarına, kültürlerine, inançlarına ters düşüyor diye, onların da insan olduğunu unutup taşlamayı marifet sayanlar; ne zaman anlayacaklar bu hakikati?

Tezatlığa bakın ki; Rusya’ dan Türkiye’ ye gelen kadınlar; farklı dinden, legal yahut illegal sektörlerde yaşam sürdürmekteler. İçlerinden bazıları -yengeç karakterli olanlar- kendileri düşerken, ülkemin zaaf dolu birçok insanını da kendi bataklığına çektiler. Daha da ileri giden Rus kadınlar; sosyal medya aracılığıyla, Türk kadınlarını küçümser nitelikte; çingene, kaprisli, bakımsız, sefil, çekilmez gibi söylemlerle demagoji yapmaktan da utanmadılar. Kendilerini Türk kadınları içinde; hayvanat bahçesine düşmüş gibi hisseden Rus kadınlarının çektiği videolar neden bir Afgan, bir Suriyeli bir Filistinli kardeşimin maruz kaldığı; faşist ve ırkçı bir ayrıma tabi tutulup, taşlanmadı? Evet, evet neden?

Bir de Filipinler’den gelen bakıcı mevzu var! Ama kimin haberi var değil mi? Çünkü ne, şikâyet ettik; ne de gündeme getirdik! Sırf İngilizce biliyorlar, az paraya çok hizmet veriyorlar, bir de üstüne Batı kültüründen de ekliyorlar diye havada kaptığımız nimet oldular bizim için. Bu bakıcılarla hava atanlar, hatta; tatile giderken dahi çocuğunu evde bırakıp bakıcıyı yanında götürenler bile oldu!

Biz kendimizden olanı dışlama yolunda, son sürat ilerlerken; yine Müslüman olanlar, başka başka coğrafyalarda zulme uğradılar. Aramıza fitne ateşinin kıvılcımlarını serpenler, ayrışmamızdan kaynaklı açılan gediklerden sızdılar. Engel olamadık ve ziyadesiyle meşgul olduk. Biz meşgul oldukça da fırsat buldu zalimler! Bunun en bariz örneği; Filistin, Gazze, Kudüs, Arakan…

Bakınız; Yahudilerin tarihine! 1290’da İngiltere’den, 1492’de İspanya’ dan, 1497’de Portekiz’den kovuldular ve Nazi Almanya’sının gerçekleştirdiği Holokost (Yahudi Soykırımı)‘a uğradılar ve en son bizim kutsal mabedimiz Kudüs’te Müslümanları taciz etmeye başladılar ve Filistin’ de yaşayan Müslüman halkın evlerini işgal ederek zulümle halen varlıklarını devam ettirmekteler. Tüm dünyanın antisemitizm ile yaklaştığı bu Yahudi nefreti; geniş bir yelpazede devam ederken, bir avuç İsraillinin gerçekleştirdiği Yahudi zulmü ise Müslüman coğrafyasında halen devam ediyor.

Bir de Afrika kökenli halkın yaşadığı travma var ki içler acısı. Suistimal edilerek, köle ticaretinde pazarlanmaları da tarih boyunca hep normal karşılanmış hiçbir zaman İslamafobi olarak değerlendirilmemiştir. Ku- Klux- Klan gibi yasa dışı örgütler halen Afrofobi çalışmalarına devam ederken; Yahudiler azınlık oluşlarına rağmen kutsallarımızı işgalden hiç vazgeçmiyorken; birçok farklı dil, din, ırktan, insanlar Türkiye’ de ikamet edebilmekte iken; neden savaş, zulüm mağduru muhtaç Müslümanlar, ırkçılık gibi psikolojik bir hastalıkla uğraşmak zorunda kalıyor ve neden suçlanıyorlar?

Atladığımız bir nokta var ki o da; “suçlunun, değil; suçun, dışlanması” gerektiği... Yani tasavvuftaki tabiriyle; “ günahkara değil günaha düşmanlık etmek” gerekir. İnsan; kazanılmaya ve topluma yeniden dahil edilmeye muhtaçtır ve bu bir zaruriyettir. Hukuken de, vicdanen de olması gereken budur. Bir yerde yanlışlık yapılmışsa eğer; bunu yapanın, yalnızca göçmenler olduğu kanısını doğru bulmuyorum. İnsan her daim hataya meyillidir. Zannediyorum ki biz insan olduğumuzu da, aciz olduğumuzu da unuttuk!

Unuttuk…Sevgiyle var edildiğimizi ve o muazzam kalbimizde; nefrete, kine, kötülüğe yer olmadığını unuttuk! Her çağda yeni kılıflar geçirilerek; insanlığın ayrışmasına, araya nifak tohumlarının ekilmesine sebep olan ırkçılığın; tam ve gerçek manada; “İslam düşmanlığı” olduğunu unuttuk!

Kılıfa aldandık güzel kardeşim! Öyle ki biz aslını göremiyor olsak bile gördüğümüz şeyin yalnızca bir kılıf ve suretten ibaret olmadığını unuttuk. Bakışımızda, duyuşumuzda, sezişimizde noksanlık olduğunu unuttuk! En önemlisi de İslam ile şereflendiğimizi unuttuk! İnsan nisyana mağluptur. Fakat şimdi unuttuğumuz ne varsa bir bir hatırlama vakti. Hatırlayalım ki; insanlığımız kaybettiği şerefini yeniden kazanabilsin! Diniyle şerefini, ırkçılıkla mesafeyi koruyan bir toplum olabilmek ümidiyle…

Esen kalın.