İnceldiği Yer

Halime Tezcan Tosun

MÜPHEM YAŞAMLAR

Hayatın ıssız kaldığı zamanlar vardır… Halimizin tutarsızlaştığı, neyi niçin yaptığımızı sorguladığımız belirsizleştiğimiz anlar. İçinde bulunduğumuz zamanın çocuğu olmak, bize farkında olmak istemediğimiz ağır bedeller ödetebilir. Benliğimizin, sorunları çözen kapıları bazen kapanıverir, görünmez olurlar. Kaybolan anahtarları ararken bir bakmışsınız ki zaman yitip gitmiş. Kendimizi hiç beklemediğimiz, ummadığımız ıssız bir çölde buluvermek. Belki de tümüyle kendimize güvenimizi sarsacak bir dizi deneyim yaşamışızdır. Yavaş yavaş kapanan algı kapılarımızı açmak için gösterdiğimiz her çaba bizi daha da bilinmez derinliklere sürüklemiştir. Başarısız olduğumuz deneyim, kendimize olan güvenimizi tüketir. Tekrar çabalayabilmek için ayağa kalkmamız gerekir. Ama başaramayız. Modern zamanları yaşayan insanın bu hızlı yolcuğu sırasında, böyle tutulmalar mümkündür. Ağır ağır ümitten ümitsizliğe, sükûnetten öfkeye, yalnızlığa doğru bir düşüş… Farkında bile olmadan bir canavara dönüşen belleklerimiz… Hayat yokuşunun en ağır, imtihanlarına karşı irademizi yitirip köşemize çekilme, sorumluluklara karşı gücümüzü yitirmek… Belleğimizin kaotik çöküşü ve hakkı batıldan ayıran teraziyi kaybetmek… En sonunda ise karamsarlık ve ümide karşı kayıtsızlık hali…

Kayboluş…

Arayış…

Modern dünya modern dünya var mı derdime deva “Dünya bir hayal kırıklığı ve bunun İnkar edilmesi kaçak dövüş demektir. Ya da ev ekonomisi”

Samuel Beckett

Böyle anksiyete dolu insan psikozu, artık kendisine hangi devalar sunulmuşsa onun peşine gider. Günlük şifacılar, yaka silkeleyen eller, kapalı gözlerin ardında, hayallerini, iradesi yeniden ele almaya çalışan insan… Bunlar da derde deva olmazsa tıp ne güne duruyor. Çalışmayan psikozu koltuğa yatırmak, envai çeşitte ilaçlara dadanmak…

DÜĞÜMLER DÜĞÜM ÜSTÜNE …

İnsanın sorumluluğa ve hayata karşı, motivasyonunu tazelemesi gereken, derdine deva olması gereken tüm çareler onu hakiki çözümden daha da uzaklaştırır. Baygın, bıkkın sanki her şey oluyormuş gibidir. Zihin uyuşmuştur. Artık eskisi kadar geveze değildir. Fakat faili belli cinayettir önümüzde duran. Kimyevi bir cinayet… İlaçlar ruhlar için değildir. Sanki hiç unutmazmış gibi daha fazla unutmak için… Dünyanın karşısında aciz ve çaresiz kendi ölümünü beklerken, varoluşun hakikatini bulması gereken varlığın, acısı hafiflemiş fakat bir hayat amacı kalmamıştır. Oysa…

ÖRTÜLEN HAKİKATLER

Aslında varlığımızın anlam bulabilmesi için doğal süreçlerdir bu yaşanılanlar. İnsan kalbini, zihnini dünya bataklığında eğledikçe, başına gelen bu sıkıntıların, manasını asla anlayamayacaktır… Ne yazık… Çoğumuz bilgece davranamayız. Mutluluk duygusunu hissetmek uğruna öfkenin muhafazasından, korkunun algıları güçlendiren yönünden, üzüntünün tazeleyiciliğinden ve depresyonun idrakimizi açmasından, mahrum bırakıldıktan sonra, yaşamları bir labirentin içinde kaybolanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Hemen hepimiz hayat sorumluluğunun getireceği kederden, acılardan korkarak sorunları görmezden geliriz. Sabır deneyimini bir kenara atıp, sorumlulukların getirdiği yükü ne kadar az taşırsak, kendimizi o kadar şanslı sayarız. Oysaki nasıl mutluluk ve huzur hali bedenimize güç katarsa, zihne güç veren acı ve kederdir. Her şey asliyette olması gerektiği gibidir. Yaşadığımız kederi, acıyı vs. görmezden gelip, zihnimizi sakinleştirmek için kimyasal unutturuculara bağımlı hale geliriz. Kendimize ne yaptığımızın farkına bile varmadan. Sorunlarımızla doğrudan yüzleşmek dururken, onların etrafından dolanırız. Acı çekerek öğrenmek yerine, onları bir kenara iter, zihinsel bir konfor arayışına gireriz. Bu yol hiçbir şekilde aradığımız hakikate çıkmaz. Sorunlarımızı çözme niyetini, eylemini, kararlılığını ve cesaretini gösterene kadar bu böyle devam edip gider. Bu hal insanın emek ve zamanıyla birikimini, kendine güvenini yok eder. Görmezden gelmek en temel hastalığımızdır. Ezeli hikmet, bu görmezden gelme hastalığımıza “hakikati örtmek” dedi. Yani varlığımızda ve mukadderatımızda ortaya çıkan bu olgu, hakikati örtme ‘Küfr’ değil miydi? Küfürle Mutabakatın Sonu Her ruh, her gönül kendi asli vatanına bir özlem duyar. Çoğu zaman farkına varmadığımız… Bizler dünyanın telaşı içerisinde ruhumuzu kabz etmeye çalışırken, ruhumuzda bizi bu farkındalığın dışında kalışımıza karşı bizi uyandırmaya çalışır. İşte bu mücadelede, travma, duygu yitimi, depresyon, nevroz, panik atak, endişe (Vehim), anksiyete, hiddet, kızgınlık, hissizlik, utanç, nefret, haset, kıskançlık kısır döngülerine paçamızı kaptırırız. Bu kutsal mücadele, Hazreti insan olma yolunda harekete geçmemizi sağlayan armağanlardır. Akli menfezlerimizi harekete geçirmemiz gerektiğini gösterir. Dünyanın yani gerçek manasıyla kapılıp gittiğimiz ‘Şey’in bizi ele geçirdiğini, ünsiyetimizin –Yani insan kelimesinin manası olan ‘Üns’- Tekrar hakiki mana ile bağ kurma zamanının geldiğinin işaretleridir. İşte tam da bu yüzden eskiler, kadim zamanların kapı bekleyenleri “Allah derdini arttırsın” diye dua ederlerdi. İnsan olmak Hak ile olmak demekti. Bu bağ derdini sevmekten geçer. Biz bu kutsal mücadeleyi görmek istemediğimiz sürece, bunun üstünü örtmek için bahaneler ve çareler ararız. Nafile… O yüzden kalbimizde beliren bu hallerin diline, eskiler gibi vakıf olmak için çareler aramak gerek… Bu yeni dünyanın, bizi içine çektiği yabancılaşmadan, kendi varlığımızın ve içsel arayışımızın farkında olmama halinden, artık azat olmalı. Yapacağımız bu hicret, bizi ‘Yabancı’ devalardan kurtaracaktır. Halimiz ve ahvalimiz ezel ve ebeden getirdiğimiz sözün farkında olarak yaşamak, bizi her işimizde bahtiyar kılacak… Görünmeyen küfürle mutabakat ancak böyle sona erecek.