İklim değişikliği ve buna bağlı olarak oluşan çevre kirliliği yüzyılın en çok konuşulan konusu oldu ve olmaya da devam ediyor. Buzulların erimesi, ozon tabakasının delinmesi, toprakların çölleşme yolunda ilerlemesi, hava kirliliği, doğal ve yaban hayatın azalması vs. gibi giderek artan bir çevre sorunuyla her zaman yüz yüzeyiz. Öyle ki Covid-19 pandemisiyle karantina altına alınan kentlerde, hava kirliliğinin yüzde 50 oranında azalması, yabani hayvanların şehre inmesi, daha önce görülmesi zor ya da mümkün olmayan dağların zirvelerinin izlenebiliyor olması insanoğlunun dünyayı ne kadar kirlettiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Zira arabaların azaldığı otoyollar, buna bağlı olarak insanların meydanlara inmemesi ve evlerinde kalmaları sonucu hareketliliğin sınırlı olması, karbonun azalması sonucu şehirler son 70 yılın en temiz havasını soluyor hâlihazırda.
TEMİZ ZAMANLAR
Aslında hava kirliliğinin nelerden meydana geldiğini zaten biliyorduk ama iş uygulamaya gelince bilgiden öteye geçmeyen pratikler sonucu, dünyanın aldığı vahim durumu çabucak unutuyoruz. Fakat aniden küçücük bir virüs bize bu durumu hatırlattı ve artık “yeter” dedi. “Evlerinize geçip oturun ve dışarıya çıkmayın, çünkü çok kirlenen dünyanın şöyle bir dip köşe temizlenmesi lazım” dedi sevgili dünyalılara! Tıpkı evi kirleten çocuklara annenin, herkes odasını toplasın deyip, temizliğe girişmesi gibi.
“Bir musibet bin nasihate bedeldir” deyimini çok acı bulsam da maalesef insanoğlu başka türlü anlamıyor. Bir virüs bize böyle bela oldu ve acıdır ki dünya son yüzyılın fiziksel olarak en temiz anlarını yaşıyor şu günlerde…
Bize emanet olan dünyamızı yarınlara sağlıklı bir şekilde teslim etmemiz nasıl mümkün olacak –mı- ki bu bizim asli görevimiz.
KABULLENİYORUZ
Yaşanılan son altı ayda şehirlerin, insanların her istediklerini yapabildikleri bir alan olmadığı kanıtlandı. Sınırsız kaynak olmadığını bile bile içme suyu ile halı yıkamak, kullanmadığı odaları ısıtıp elektriği açık bırakmak, yiyeceklerde ve içeceklerde yapılan israflar vs. hem maddi hem de manevi doyumsuzluklar, tüm bunların insan hayatında meydana getirdiği mutsuzluklar her zaman hayatımızda var olan şeyler aslında ne yazık ki.
İhtiyaçlar! İşte tüm bunların aslında farkındaydık ama bir şey sanki bizi engelliyor, yapılması gerekeni yapamıyorduk. Şehir hayatının karmaşası, hızı, bencilliği, yalnızlığı, yarışı, insanı sadece işe git gel hafta sonu bir hava al, yazın tatilini yap, çocukları şöyle bir sev, okulu en iyi olsun diye çok çalış mottosuyla eriten zaman, ama sonra bir de bakıyorsun hayat bitmiş. Bize, nerede olduğumuzu, nereye doğru gittiğimizi hatırlatan dur diyecek bir virüs çıktı birdenbire. Çin’den bize gelmez sandık. Çok uzaktaydı Çin, bize nasıl gelsin! Sanki orta çağda yaşıyorduk, bir uçakla dünyayı dolaştığımızı unuttuk, sonra bir de baktık ki bura - ya da gelmiş virüs. İnanamadık, inkâr ettik, isyan ettik, şimdi kabullenme safhasındayız. Artık ne yapabiliriz, buradan çıkaracağımız dersler neler olacak diye düşünüyoruz.
AZLA YETİNMEK
Öncelikle şehirlerin bundan sonra yeniden dizayn edilmesi gerekecek, çünkü bu haliyle bir olası bir karantina hayatına uygun olmadığı anlaşıldı. İstediği kadar akıllı kentler, dijital kentler yapılsın insan bir yeşile, ağaca muhtaç hale getirilmemeli. Minimalist olan, sadece ihtiyaçlara cevap veren bir hayat tarzı benimsenmeli. Sosyal medyanın da dayattığı tüketim kültürüne bir dur denmeli ve aldırmamalı. Bir şey alırken “Buna gerçekten ihtiyacımız var mı” diye tekrar tekrar düşünülmeli. Yatay mimariye acilen geçilmeli, ağaç boyu dediğimiz insani boy olan evler yapılmalı ki bu da dört kata tekabül ediyor. Evlerin muhakkak balkonu olmalı. Her apartmanın bir bahçesi olmalı, evlerin lüks olmasına gerek yok, temiz derli toplu olsun yeter. Azla yetinmek gerek.
ÖNCE KENDİ DEĞİŞMELİ
İnsanın hayat tarzı evine, evlerin hayat tarzı da kentlere yansır. İnsan mekândan doğrudan etkilenir, mekân da içinde bulunan her şeyden. Eğer hayat tarzımızı düzeltirsek bu yaşadığımız kente de yansıyacaktır. Örneğin sıfır atık diye çok güzel bir proje başladı ve başarılı oldu. Plastik poşetten vazgeçtik ve bez torba kullanıyoruz çoğunlukla. Aynı şekilde çöpler ayrıştırılarak toplanmaya başladı. İnsanların çoğu buna alışıyor, kâğıdı, camı, kartonu, plastiği geri dönüşüm çöp kutusunda, diğer çöpleri ise ayrı bir poşette çıkarmaya başladı. Bunlar çok güzel gelişmeler. Metro ağının tümü tamamlandığında toplu ulaşım araçlarının büyük oranda kullanımının artacağı özel araçların ise azalacağı bekleniyor ki öyle olması gerekiyor. Yoksa hem trafikten hem de onun yarattığı hava kirliliğinden şikâyet etmeye hakkımız kalmaz. Küçük eylemlerle büyük etkiler yapmak mümkün. Herkes kapısının önünü süpürünce her yer tertemiz olur derler. Gerçekten de öyle değil mi? Kimse birbirinden bir şey beklemeden önce kendisi adım atmalı, örnek olmalı, önce kendisi değişmeli. İklimler değişiyor, dünya değişiyor, ama biz doğru yönde değişmezsek bir virüs değil bin virüs gelse gene akıllanmayız. Dünya, üzerinde yapılan bütün çevre katliamlarına, insanların açgözlülüğüne “Dur” dedi. Biz de durduk ve şimdi bakıyoruz niye böyle oldu diye. Hâlbuki Kuran’da Allah diyor ki “Size isabet eden sıkıntı ve musibetler kendi elinizle yaptığınız (yanlış işler) yüzündendir…” Dünyanın böyle olmasına biz sebep olduk, düzeltmek için de biz çalışmalıyız ve değişmeliyiz.