Her gün haberlerde savaşın politik boyutunu izliyoruz. Sosyal medya ve dahası birçok mecra da konuşulan İdlib’i kim vurmuş, Suriye’de hangi ülkelerin askerleri var, sınırlarımızın güvenliği, yürütülen yanlış politikalar bu başlıklar uzar gider. Savaşların yok saydığı ve yok ettiği insanlar gündemin ana öğesi olamıyor. Kışın zorlukları ve insanların çaresizliğinden bir haber değiliz ama tam olayı da idrak edemiyoruz. Her şey uzak. Reklam arasına kadar içimizi burkuyor bu gerçek. Diğer gerçek ise yardım organizasyonları ve Türk askerinin yaptığı yardımlar/ kahramanlıklar. Bunlar bir nebze içimize su serpiyor. Uzak olunca acı da mutluluk da serap gibi. Var ile yok arasında. Oysa bizim evden çıkıp en yakın mesafeyi almakta zorlandığımız ve hatta hemen hasta olduğumuz şu soğuk kış günlerinin geceleri çok çetin geçiyor. Bir battaniyeye sarılmış küçük bedenler aç, susuz, yorgun bir ülkenin kapısından bir diğer ülkenin kapısına gidiyor. Hayat mücadelesi dediğimiz şey sözcüklerle tasvir edemeyeceğimiz bir zorlukta. Göç yollarında yaşanılanı travmalar nesiller boyu aktarılacak belki. Belki ölen çocukların adları geriye kalacak sadece. Biz bir kutunun içinden seyre dalıyoruz. Sonra kendi dünyamızın içine dönüyoruz. Duyarsızlaşan bir dünya var. Biz de o dünyanın bir parçası oluyoruz.
UYANIŞ BAŞLAMALI
Kış, soğuk, açlık, yokluk, acı, ayrılık, hüzün… Ümit tüm acılarla iç içe geçmiş bize sesleniyor. Tıpkı mahzun savaş çocuklarının bize anlamlı dolu baktığı; tebessüm ve hüzün arasındaki bakışının sesi bu. Orda olanlar bir kareye sığmış ya da kısa bir filme konu olmuş olsa da gerçek. Gerçek bizden uzakta. Bizim gitmek istemediğimiz ancak ulaşmaya gayret etiğimiz ama aynı zamanda da içimizdeki merhametin her daim aktığı bir uzaklık bu. Mesafelerin önemi yok. Önemli olan hayatların arasındaki uzaklık. Ne kadar içselleştirsek de ne kadar orada olmayı tercih etsek de gidebildiğimiz miktar hayatımızın konfor koşullarını aşamıyor. Vicdanımız biraz rahatladı mı geri dönüyoruz evimize. Ama yol uzun, acı gerçek. Biz gitsek de var gitmesek de. Bir çocuğun tebessümüne asılı kalmak için orda her daim olmak gerek. Her daim. Yediğimiz her lokma da sahip olamadığımız her eşya bize onu hatırlatmalı. Uzak yolları koşarak geri gitmeliyiz. Bu acı ne kadar canlı ve gerçekse biz de o kadar için de olmalıyız. Uyanış başlamalı. Burada olmak kar etmemeli artık. Elle tutulur bir şeyler yapmalı. Birkaç yardım yaptık diye sürurla dolarken kalplerimiz sonrasında hemen rehavete kapılmamalı. Birinin hayatını değiştirmeye niyet etmeliyiz. Bir çocuğu alıp başımızın tacı etmeliyiz. O çocukla gerçeği dipdiri tutmalıyız. Evimizde bir yuva daha inşa etmeliyiz. Maddi manevi olarak orda olmalıyız. İşte o zaman düzenin değişmesi için gayretimiz, cesaretimiz bir kapı açar belki.