Gençlik hallerini yazmak üzere koltuğuma oturup, bismillah dediğimde tam da nereden başlamalıyım diye düşünürken karşı duvardaki kütüphanemden ‘ilmihâl’ göz kırptı, benden başla istersen der gibi. İlmihâl yani hâl ilmi, modern zamanların hâllerine ne söyler veya bu zamanın genci yaşanan hayatla ilgili bir müracaat kitabı olan ilmihâlde aradığını bulabilir mi?
Bir de şöyle sorayım; ilmihâl ‘kaynaktan kopmaksızın’ yaşanılan hayatla dinamik bir bağ kurarak hayatı aydınlatacak bir dille mi söylüyor sözünü?
Ve gençlerin erdemli ve iyi insan olmalarına katkı sağlamakta mı?
Biraz ağır bir giriş olduğunun farkındayım ama oturduğum yerden “Ah bu gençler, yedikleri önlerinde yemedikleri yanlarında, ne istiyorlar azizim?” Demenin, biz ayakkabılarına pençe yaptıran, gaz lambasında, yer minderinde ders çalışan gençlerdik, bu durumda şikayet nedir bilmezdik gibi bir zeminde güreş tutmanın kazananı olmayacağının farkındayım. Bu farkındalıkla önce ‘kendinden başla’ düsturuna amade kıldım kalemimi. İnancım odur ki ancak kendinden başlayan bir bakış açısıyla kendi eksikliklerinin farkında olmak gençlerle daha sağlıklı bir bağ kurmayı sağlayabilir.
Bu ahvalde (genelleme yapmaksızın) şu soruları soralım gelin birlikte.
Bir kimlik ve anlam sorunu varsa, niteliği nedir?
Hayatını dinle anlamlandıran ebeveynlerin ailelerinde gençlerin değerlerimizle arası neden açıldı?
Gençlerin hayatına din ne kadar anlam katıyor veya niçin katmıyor?
Kadim söze hayat vermemek, başka bir deyişle eylem ve söylem tutarsızlığı gibi ikircikli durumların gençlerde yankısı ne?
Hadi bir adım daha atalım;
İçimde koca bir boşluk var.
Kalabalıklar içinde eriyorum.
Kendimi değersiz hissediyorum.
Hiç arkadaşım yok.
Ailem dâhil herkese kırgınım.
Konuşmak istemiyorum, konuşsam da beni anlamıyorlar.
Hayat çok zor ve anlamsız.
Çabalıyorum ama hiçbir şey istediğim gibi olmuyor.
Otoriteden sıkıldım.
Ben zaten günaha battım,
Yarına dair umudum yok
Hayat çok ağır bir sınav ve soru çözmekten bıktım.
Hayatın anlamı yok.
Diyen/diyemeyen gençlerin seslerine de kulak verelim.
Bu sorulara cevaplar bulabiliyor, gençlerin seslerini duyup anlamlandırabiliyor muyuz?
Ayakları kaydığında, sürçtüklerinde, düştüklerinde sevgi ve merhametle kucaklanabileceklerine dair itimat verebiliyor muyuz?
İtiraf etmeliyim ki bu soruları ardı ardına sıralamak bile bir anne olarak içimi acıtıyor ve fakat yaşanmakta olanlar da görmezden gelinemeyecek kadar acı ve acıtıcı.
Lokman (as) gibi yavrucuğum! Diyen o latif seste ayar verebilseydik kelimelere, kalplerde daha mı tesirli olurdu? Diye soracakken aile büyüklerinin yanında yavrucuğum, demenin bile ayıp sayıldığı tezgâhta dokunmuş babaların sevgilerini dile getirmekte ne kadar zorlandıkları geliyor aklıma, ah diyorum ah.
Seni seviyorum diyememenin, sımsıkı sarıp sarmalayamamanın kaç kalem ederi var ödediğimiz faturalarda?
Kendi değerlerimizle sarıp sarmalayamadığımız ruhlar yabancı kuvvetler tarafından sarılıp kuşatıldığında bu kuşatmanın ruhu Allah’a götüren yolları tıkama gibi bir ihtimali de var şüphesiz.
‘Aramızda koca duvarlar var sanki, ulaşamıyorum evladıma’ serzenişleri bu tıkanmanın semeresi olabilir ne yazık ki.
“Sorun varsa, sayısız imkân da var, fakat basiretli bir bakış, şefkatli ve merhametli muamele imkândan daha mümkündür. Tertemiz fıtratın (yaratılışın) anahtarı sadece sevgidir. Fıtratı açığa çıkarmak, onu geliştirmek için de sevgi lazımdır, kaygı ve gerilimler, korkular ve arzularla, umutsuzluk ve şaşkınlıkla türlü cereyan ve tuzakla düzen bozulduysa da sevgi lazımdır, her hâlükârda sevgi yani.” Demişti hocam.
Tıkanan yolların da anahtarı sevgi. Bu anahtarı yerli yerince ve zamanında kullanabilmekte maharet.
Bir takım yabancı akım ve cereyanlar ruhu kuşatıp şeytani dürtüler gencin hayatını yönetmeye başladığında ebeveyn kendini çaresiz hissedebilir. Bu durumda kendi yetersizliğini kabul etmek ve uzman yardımına kulak vermek daha isabetli olacaktır. Aksi halde ebeveynin yanlış bir tutumu gencin kayıp gitmesine yol açabilir.
Kabul etmek gerekir ki, iyilik ve ahlaklılık, değerlerle yaşamak bir karakter hâlini alıncaya ve kökleşinceye kadar, insanın kötünün tesirine girmesi ve kötülüğe yönelmesi iyiliğe yönelmesinden daha kolaydır. Bu sebeptendir ki, insanın ahlâkî mücadelesi Peygamber Efendimiz (sav) tarafından ‘büyük cihat’ olarak nitelendirilmiştir.
Tam da bu noktada Nuh(as)’ın evladına çağrısı bir mümin olarak içimizi cız ettirmiyor değil. Allah’ın yardımı ve merhametine muhtaçlığımız omuzlarımızda secdeye varıp; ‘evlatlarımıza uzattığımız ellerimizi boşa çıkarma ya Rabbi diye’ yakarmak da ebeveyn sorumluluğumuzun mühim bir parçasıdır.
Gençlerin hayatında anne baba tutumları, aile ortamı, başlı başına bir değer olsa da yeterli değil elbet. Okul ve sosyal çevrenin de istek ve eğilimleri belirleyebilme gücü ve etkisi var aile gibi. Bu belirleme destekleyici, pekiştirici olabildiği gibi, genci bir çatışma zeminine de çekebilecek mahiyettedir. Bunun farkında olarak bir casus gibi gözetlemeden ve fakat duyarlı ve mahremiyetlere saygılı bir yaklaşımla evin dışı ile de alakalı olmak muhtemel olumsuz durumlara karşı gayet gereklidir.
‘Hocam, siz de bir annesiniz, evladım… yardım edin’, diye başlayan konuşmaların beni götürdüğü diğer bir nokta sosyal mecralar…
Tartışılmaz bir etkisi var gençler üzerinde sosyal mecraların ve bu etki ekseriyetle olumsuz. Bir yanda takipçi sayısı ile kısa sürede çok para kazananlar, fenomenler, diğer yanda ders çalışmaktan uyku gibi en temel ihtiyacına zaman ayıramayan, sosyal etkinliklere dâhil olamayanlar. Daha neler, neler… Bu, bilinç yapısını hatta geleceği bile etkileyebilecek bir durum. Dar ve yüzeysel bir bakış açısıyla ‘seyretmesinler efendim’ demekle olmuyor. Yerine daha iyi bir şeyler koymak gerekiyor, nedir o iyi şeyler? Bu toplumun aklıselim, zevkiselim sahibi sanatkârları, eğitimcileri, siyasetçileri, tabipleri, psikiyatrları, psikologları, sosyologları, ilahiyatçıları, ekonomistleri, sivil toplum kuruluşları vd. kafa yorup göz bebeklerimizi esir alan muzır çerçöpe karşı yeni ve güzel şeyler üretmek, denetim mekanizmaları teyakkuzda olmak zorundalar. Birbirimizi suçlamadan, birilerini günah keçisi ilan etmeden, gerilimlere düşmeden olanları doğru algılayarak ve anlayarak, çözüm üreterek iyileşme ve hayatı iyileştirme gücü hep var Allah’ın inayetiyle.