Usulca ayrıldı yaprak dalından. Yeni bir fecre doğru başladı yolculuğu. Kulaklarımız ne bir
haykırışa ne bir siteme şahitlik etti. Yüzü hasretle toprağa bakan her yaprak, vahyolunmuş bir
ayet gibi indi dalından tek tek. Bütünleşti toprakla, karıştı her zerresiyle. Üryan kalmış her ağaç
tüm yetimliği ve öksüzlüğüyle baktı gidenin ardından. Renkler soluk bakışlarını; biraz cinnet,
biraz cennet haliyle; damarlarına biriken ihaneti, avazı kesen rüzgara teslim ettiler. Giden için
mi, kalan için mi zor? Bilinmez ama bir sükut miktarınca dinlenceden sonra başka hayatlar
başladı. Kar düştü, kırağı düştü tüm bu terk edişlere. Belki de tüm bu senfoni mücrim soğuklara
alıştırmak için, şadan yarınlara ulaşmak için bir provaydı.
İnsan hayatı da benzer değil midir? Her şey
yolundadır. Tam meyveye durursun. Sesine karışan bir ağıt yakalar seni boynundan.
Çırpınırsın, yaprak dökersin. Mevsimin adı hazandır da sen hüzün dersin. Mazbut yarınlarına,
giryan g/özlerine teslim edersin.
Oysa geçiş ayıdır sonbahar; seni soğuklara alıştırmak için, seni güçlü kılmak için. Eylül
yağmurda, boranda ayakta durmayı öğretir sana. Biraz hasret biraz gözyaşı biraz da yarım
kalmışlık fısıldar kulağına. Seni tanımlamak, tamamlamak için.
Nasıl ki bir ağaç yeniden tutunuyorsa hayata, toprağına bu sonbahar da güçlü kalmayı
öğreniyorsa , yeniden başlamayı, yeniden dirilmeyi muştuluyorsa. Her meşakkatin ardından
gelen, celbeden bir ihyayı seriyorsa g/özümüzün önüne. İnsanda muflîs halinden kurtulmalı.
Bahçesinde kopan güllerin kıyametine karşı yeniden tohumlarını serpmeli ya da nadasa
çekilmeli. Ta ki sûra üflenene dek umudu şiar edinmeli. Leb-i'ne bir tebessüm kondurup
yaklaşan Eylül 'e gel demeli.
İnsan Eylül'de gelmeli…