Ekranlardaki Ramazan

Saliha Sağdıç

“Karagöz seyri değil, gözyaşı dökme ayı;
'Bilinmez'i bilirler, bilseler ağlamayı...” demiş üstat Necip Fazıl, seneler evvel Ramazan ayı için. Aslında neredeyse yazacaklarımın tümünü özetleyen bir söz. Fakat keşke Karagöz seyri ile kalsaydı Ramazan’ı tahribimiz. 

Eskiden çıplak gözle ayı gözlemlerlermiş Ramazan aynın başlayıp başlamadığını öğrenmek için. Sonra bilim ilerledi tabi, çıplak göze gerek kalmadan aylar öncesinden öğreniyoruz Ramazan’ın ne zaman başlayacağını.  Ama benim takvimle aram yok diyorsanız televizyondan öğrenebilirsiniz. 


İftar sofrasından çok nişan sofrasına benzeyen allı pullu, dallı güllü sofralı meşhur gazlı içecek reklamları ekranda dönmeye başladı mı, Ramazan ayı gelmiş demektir. 

Bu  meşhur gazlı içecek markası Ramazan reklamlarını adeta tekeline almış durumda. Müslüman ülkelerdeki marka değerinin neredeyse  tamamını Ramazan’a borçlu zaten. Çünkü müslüman ülkelerde yayınlanan ve en çok hatırda kalan beş reklamından üçü Ramazan ile ilgili olanmış. “Ramazan sofralarının vazgeçilmezi” sloganın da, slogan olarak kalmadığını; bugün gittiğimiz tüm iftar sofralarında kendisini gerçekten baş köşede görerek anlayabiliyoruz. 

Bu reklamların en ilginç yanı ise hiçbir şekilde dini öğelere yer verilmemesi. Hayır Ramazan ayı; dini bir şey değil, oruç da ibadet değil de bizim mi haberimiz yok? Ezan, hilal, minare gibi dini semboller yerine davulcu, pide, Hacivat Karagöz gibi geleneksel sembollerin kullanılmasını başka türlü açıklayamıyorum çünkü. 

Ramazan’ın bir ibadet ve arınma ayından çok neşe ve eğlence ayı olduğu algısı oluşturulmaya çalışılıyor sanki. 
Yoksa sokak ortasına kurulmuş, üzeri ışıklarla süslü uzun iftar sofralarında birbirlerine gazlı içeçeklerini uzatırken, neşe ile kahkahalar atarken gördüğümüz insanları en azından ezan öncesi oruçluyken bir iki dakika görürdük diye düşünüyorum. Fakat bu reklamlarda oruçlu kişi göremeyiz. En fazla pide kuyruğunda çocuk görürüz. Hatta iftarlarını açarken ezan sesi de duymayız. Top patlarsa ne mutlu bize. En son havai fişekle oruç açan insanlar gördü bu gözler. 

Elbette Allah bizi bir Ramazan’a daha kavuşturduğu için seviniriz, Ramazan ayının manevi güzelliği ruhumuzu sarar ama Ramazan deyince akla şenlikler, gırgır şamata da gelmez. 

Tabi bir de iftar vakti var. Onu da tutturmak çok zor. Ya ikindi vakti gibi aydınlık ya da tamamen karanlıkta açar bu reklamlarda insanlar orucunu. 

En son Ramazan aynın denk geldiğini izlediğim  bir yerli dizide; karakterlerimiz oruç tutuyordu. Ramazan ya, oruç tutan kitleye sempatik görünmek lazım. Başroldeki kadın ve adam öğle vakti güneş tepedeyken, “hadi iftara gidelim, geç kalacağız” diyerek yola çıktılar. Üstelik dizi İstanbul’da bile çekilmiyor bu eve kaç saatte gidilecekse? Güneşin en dik açıyla geldiği saatte yola  çıkan adam ve kadın eve geldiğinde ise vakitlerden yatsı idi. O kadar karanlık bir hava! Sofrada Ramazan şerbetleri eksik edilmemiş ama vakit, iftar vakti değil. Öyle ya, Ramazan şerbeti olmadan oruç tutulmaz ama yatsı vaktinde iftar yapılır. Zaten zengin bir aile oldukları için de arada içtikleri kahve, su vs de oruçlarını bozmuyordu. Koca Ramazan’da bir güncük de oruç tuttuklarına göre görevlerini başarıyla yerine getirmiş oldular. 

Buna da şükür mü demeliyiz bilemiyorum ama eskiden dizilerde Ramazan ve orucun konusu bile açılmazdı. 

Son yıllarda ise yapımcılar ve senaristler dizilerin Ramazan’a denk gelen bölümlerine mutlaka Ramazan düzenlemesi getiriyorlar. Mesela içkili sahneleri kaldırmak gibi. Doğru ya içki zaten sadece Ramazan’da haram. Sonra mutlaka ailece yapılan kalabalık bir iftar sahnesi olur. Güllaç alan gelir. Sanırsın ki Ramazan’ı, Ramazan yapan şeyler; güllaç, pide, şerbet, bahşiş isteyen davulcu, top sesi vs...  Oysa bunlar seneler içinde bizim geliştirdiğimiz bir kaç Ramazan geleneği, oruç ibadetinin şartları değil ki. 

Diziler ve Ramazan deyince akla ilk gelen şeylerden biri de oruç tuttuğu için asabileşen karakterlerdir. Tüm gün burnundan solur, hane halkı tarafından sakinleştirilmeye çalışılır ve mümkünse o oruçken kimse yanına yaklaşmaz. Henüz oruç tuttuğu için, dilini ve kendini kötülükten sakınan bir dizi karakterine rastlamadım. Ya da çocuklarını karşısına alıp, Ramazan’ın güzelliklerini anlatan, orucun insanı nasıl güzelleştirdiğini anlatan ebeveynler görmedim. 

Bir de, nedense dizilerde orucu hep daha yoksul, toplumda daha alt tabakayı temsil eden kesim tutar. Ailenin mutfak işlerine bakan kişiler, esas karakterlerin annesi, babası hatta mümkünse babaannesi rolündeki kişileri oruç tutarken görürüz. Zengin, başarılı ve modern tayfa dizilerde oruçlu olmaz. Tıpkı sadece en yaşlıların namaz kıldığı diziler gibi.  Bizimkiler dizisinde, nispeten zengin ve modern olan Şükrü Bey’ler değil kapıcı Cafer ve ailesi oruç tutardı mesela. 

Fakat son yıllarda Ramazan üzerinden rant elde etmek pek bir moda oldu. Bunun ne denli büyük bir pasta olduğunu farkeden herkes payını almak için elinde tabakla koşuyor adeta. 

Kanallar adeta iftar ve sahur programları için hoca avına çıktı. Her kanalda özenle seçilmiş soruları cevaplayan hocalar var. Tabi bunların içinde en güzel menkıbe anlatanı ve en naif ağlamaklı sesle konuşanı makbul oluyor. Hele ağlarsa tadından yenmez. Sorular da her sene aynıdır. Bir sene önceki programı yeni diye yayınlasalar kimse anlamaz aslında. İlmihallerden basitçe cevabı bulunacak soruları canlı yayında sordurmak gerçekten yayıncılık dehası olsa gerek. 

Aslında Ramazan’daki haber bültenleri için de durum aynı. Bir önceki senenin kayıtlarını rahatlıkla yayınlayabilirler. Bir doktor bulup; “Efendim iftarda bir çorba için sonra yarım saat bekleyin. Tatlı yemeyin, hurmanın yarısını yeyin. Pideyi çok tüketmeyin” gibi toplumun çoğunun zaten hiç dinlemeyeceği uyarıları her sene yaptırmaya ne gerek var?

Değişen pide fiyatları, pide fiyatlarına isyan eden halk röportajlarını, fiyatları yerinde bulan pideciler odasının açıklamaları bile her sene aynıdır. 

Hangi hurma daha kaliteli, hangisi en faydalı, hangisi daha lifli, hangisi sindirime uygun gibi konularda da halk olarak uzmanlaştık ama yine de haberlerde olmazsa olmuyor. 

Bir de her Ramazan ezan okuyan bir şarkıcı, türkücü ve ona kızanlardan oluşan; kimler ezan okuyabilir polemiği çıkar. 

Fakat bana göre Ramazan’da ekranda olan en absürt, en uygunsuz görüntü; ünlülerin katıldığı  şarkılı türkülü iftar sofrası görüntüleri. Hanım sanatçıların Ramazan hatırına dekoltelerini biraz kapattıkları ve sahneye çıkmadan masada şarkılar söyledikleri iftarlardan bahsediyorum. Ne de olsa gitar yerine ud olunca Ramazan’a uygun oluyor. “Üsküdar’a gider iken” de Ramazan şarkısı zaten. Pop şarkı yerine onu söylüyorlar ya işte daha ne yapsınlar? Öyle ki bu yemekleri “ünlü isimlerin katıldığı sazlı sözlü iftar yemeği” başlığı ile haber yapmaktan bile çekinmiyorlar. 

Sanırım Necip Fazıl’ın bahsettiği de tam olarak buydu.