Dönüp Ruhumuza Bakalım ve Hatırlayalım

İlknur Koç Aytaç

Alternatif tıp yöntemlerinin, psikoloji, kişisel gelişim ve eğitim atölyelerinin alıp başının gittiği bir dönemde yaşıyoruz. Nereye bakarsak, kimle konuşsak sonuç aynı! Hatta aynaya baktığımızda gördüğümüz şey de: İnsanın anlam arayışı!

UNUTTUKLARIMIZ

Bilgiler sağanağında sırılsıklam oluyoruz. Bir şelale hızında akıp giden zamanda, hiçbir şeyi istediğimiz yere koyamıyoruz. Artan sorumluluklarımız, yüz parçaya bölünmüş kimliğimizle, tükenmişliğin yanı başındaki yerimizi alıyoruz. Her şeyin çılgınca üzerimize geldiği bir dünyanın sakinleriyiz… Bilginin, işin, üretimin ve elbette tüketimin. Her şeyin alabildiğine ideal olduğu, mükemmel insana bu kadar yakın olduğumuz bir çağda; bu denli mutsuz olmamız sizin de kafanızı karıştırmıyor mu? Bir tık öteye gidip ‘Nerede hata yapıyoruz?’ diyebilenler de çıkıyor elbette… Peki sonuç? Belki de yanlış yolda ve yerde arıyoruzdur aradığımızı. Belki de asıl mesele öğrenemediklerimde değil de unuttuklarımızda!

NE ZAMAN ŞÜKRETTİK?

En son ne zaman bir yetimin başını okşadık? Ne zaman düşündük bizim kadar konforlu olmayan hayatları? Çocuğu aç kalmasın diye dağlardan ot yolan anne-babaları! Ne zaman kendimizin koluna girip telaşsızca ve düşünmekten korkmadan yürüdük? Aynaya baktığımızda insan olarak yaradılışımıza şükrettik mi hiç? Şükredecek milyonlarca şeyle birlikte… Ne vakit bizi hatırlamayacağını bilmemize rağmen, bize hatırlatması için yaşlı bir büyüğümüzü ziyarete gittik? Ya da bir darülacezeye. Bize dünyanın faniliğini ve insanın insana olan ihtiyacını hatırlatsınlar diye… Ne zaman bir kabristanın, hastanenin, hapishanenin önünden adımlarımızı hızlandırmadan yürüdük? “Sizin nefsimize vereceğiniz büyük dersler, bana anlatacağınız ibretlik hikayeler var” diye dalabildik mi kapılarında içeriye?

DÜŞÜNDÜK MÜ?

En son ne zaman yağmurda ıslandık. Ne zaman mutsuz olmadık kar yağdığında işlerimizden geri kalmadığımız için. Son kardan adamımızı kaç yaşında yapmıştık? ‘Hayırlısı’ve ‘Canın sağolsun’ kelimeleri en son ne zaman döküldü dilimizden? ‘Teslimiyet’ ve ‘Tevekkül’ü en son ne zaman misafir etmiştik gönül hanemizde? Ne zaman okulu kıran çocuk heyecanı ve suçluluğuyla ne yapacağımızı bilmeden dolaştık sokakları… Keşfetmeye ve çevreye duyduğumuz o eşsiz merakla. Ne zaman araladık en son bir kitabın kapağını. İçine dalıp zamanı unuturcasına… Bir bebeğin meraklı gözlerine günahkarlığımızı hatırlamadan kaç dakika dalabiliriz? En son ne zamandı bir çocuğun sorularına bilgiççe değil de çocukça cevaplar verdiğimiz? Hiç kaç çeşit yemek hazırlayacağımızı düşünmeden bir misafir ağılayabildik mi son zamanlarda? Bir bardak çaya ve doyumsuz sohbete mukabil! Durup düşündük mü bu dünyaya gelişimizi, geçişimizi ve gidişimizle neyin eksik kalacağını? Şu koca dünyanın bize ihtiyacı var mı? Bizim uğruna ömür tükettiğimiz eşyaya olan gerçek ihtiyacımız nedir? Hadi! Dönüp ruhumuza bakalım ve hatırlayalım! Bize iyi gelen e kalbimize merhamet tohumları eken şeyleri... Ruhumuza ve kendimize bu kadar yakınken yabancılığımız tak etmedi mi canınıza?