Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da yaptığı konuşmada Türkiye için söylediği “Bu ödülü, tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum...” sözlerini hatırlayanlar iyi bilir ki ‘Değerli yalnızlık’ terimi bu sözler sonrasında Türk dış politikasında çok daha farklı bir söylemin kapısını araladı. Türkiye kendini sahnede gösterdiği her anda bu kavramla daha da kaynaşmaya başladık. Bir yandan mazlumların dostu olurken, diğer yanda deri koltuklarda da tenhalığa düştüğümüz günler yaşadık. Neyse ki o günler geride kaldı. 12 Kasım’daki son görüşmeden sonra, yalnızlığın Türkiye için bir ödül olduğunu tüm dünya fark etmiş olmalı ki garip bir arkadaş kapma yarışına girdi.
İŞ İNSANI KİMLİĞİ
Bu arkadaş kapma yarışında taraflardan biri olan Trump da esasında kendi ülkesinde benzer bir yalnızlıkla mücadele halinde. Azil süreci nedeniyle yaşadıkları bir kenara, dış politikada bilinen Amerika dış politikasının oldukça dışına çıkan yaklaşımı, neredeyse her ay ekibinde bir yeni kaybı yaşamasına neden oluyor.
Gerçi son süreçte azil süreci nedeniyle Cumhuriyetçiler ve destekçileri tarafından iyi korunan Trump, Pentagon ile planlarını bir türlü denkleştiremiyor. Tüm bu açmazların asıl nedeni ise Trump’ın globalistlere olan negatif yaklaşımı ve iş insanı kimliği…
TEREDDÜT
Bir siyasetçi, özellikle yıllanmış bir siyaseti pragmatist tavırları içerisinde hayranlık duygusunu bir süre sonra yitirir. Ancak bir girişimci ya da iş insanı daha fazla kazanma güdüsüyle kaybetmediği heyecanıyla hayranlık duygusundan genelde bir şey kaybetmez. Donald Trump da tıpkı konfeksiyon atölyesinde işini özenle yapan son ütücüyü izlerken tebessüm eden Yeşilçam karakterleri gibi ülkelerin devlet başkanlarına, Amerika ile alakalı tutumları ne olursa olsun hayranlıkla bakıyor. Bu da yıllarca dingin, realist ve tutkusuz başkanlarca yönetilmiş Beyaz Saray’da ister istemez bir tereddütte yol açıyor. Trump’ta sadece hayranlık değil, bir patron olarak bireysel ve nitelikli çalışma hırsı onu globalistlere karşı açık bir düşman haline getiriyor.
KENDİ KADERİNE BIRAKMAK
Donald Trump’ın seçim vaadi olarak sunduğu ‘Sade dış politika’ anlayışının temelinde, her ülkeyi kendi kaderiyle bırakırken ekonomisinde problemler yaşayan Amerika’nın askeri harcamalarından da önemli bir bölümü kısmak. Bu vaadinde çok da haksız sayılmaz, çünkü yeni yapılan bir araştırmaya göre ABD bu zamana kadar Afganistan’dan Suriye’ye kadar yapmış olduğu askeri harcamalar için 6,4 trilyon doların üzerinde harcama yaparken 800 binden fazla kişiye ayrıca sunulan istihdam sunmuş.
Böyle büyük sayıların içinde boğulmayı tercih etmek yerine yalnız kalmanın daha doğru bir karar olduğunu sezen Trump, askeri bütçenin ülke ekonomisinde neden olduğu tahribatın önüne geçip vatandaşlarına yatırım ve iş imkânı sunmayı hedefleyen ulusçu bir yaklaşımın daha doğru olacağına inanıyor. Nitekim 2020 seçim yarışlarına gitmeye başladığımız günlerde henüz karşısına çıkmayı başaramayan doğru düzgün aday olmaması da bu politikasında esasında nasıl doğru hareket ettiğinin bir göstergesi. Öyle ki Demokratların içinde yer alan 10 fazla aday adayının gerekli heyecanı yaratamaması, dışardan Bloomberg gibi multi-milyoner adayların da ortaya çıkmasına neden oldu.
GELİR EŞİTSİZLİĞİ
Trump’ın globalleşme konusundaki bu soğuk tavrının nedenlerinden biri de esasında globalleşmenin hali hazırda zaten bitiyor olması. Hep şu söylendi: “Zengin ülkelerin emekçi sınıfları burjuvalaştı. Küresel sömürüden pay alarak sistemle bütünleşti.” Bu yargıda doğruluk payı hiç de az değildi! Ama şimdi bu paradigma da anlamını yitiriyor. Nitekim bu konuda birkaç sene önce yazdığı, “21’inci Yüzyılda Kapital” isimli kitapla oldukça ses getiren Thomas Piketty’i de benzer düşüncelere sahip. Piketty, 15 yıl boyunca 30 ülkedeki vergi kayıtlarını gece gündüz inceleyerek, yazdığı kitabında, “Mevcut küresel ekonomik düzen zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor; servet dar bir kesimde toplanıyor ve maalesef bu durum devam edecek” yorumunda bulunuyor. Bu bugün ABD’de vergilendirme nedeniyle oluşan gelir eşitsizliği meselesinin de ana noktasını oluşturuyor. Demokratlar doğru bir vergilendirmeyle eşitsizliğin önüne geçilebileceğini savunurken, Cumhuriyetçiler ise daha fazla istihdamla vergi mükelleflerini zora sokmadan bunun başarılabileceğine inanıyor. Trump da tüm bu seslere kulak vererek hem yatırımları hem de istihdamı bir ulusun kaderini yeniden tayin edebilmek adına yeniden nasıl şekillendiririm sorusunun cevabını aramak için çok da uzun sürmeyen bir değerli yalnızlığın peşinden gidiyor.
SİSTEME KIRMIZI KART
Trump küreselleşme karşıtı mıydı? Kesinlikle hayır! Kitleler Trump’ı seviyor muydu? Kesinlikle hayır! Amerikan halkı vaktinde Trump’ı seçerek, sadece sisteme kırmızı kart gösterdi. Diğer bir ifadeyle insanlık tehdidin doğasını kavradı. Bu nedenle yönünü, kapitalist düzenin sömürü kümesinde yer alan hammadde topraklarıyla yeni ve bambaşka bir ilişki içine girerek 2050’lerin dünyası için ülkesine yer açma telaşına girdi. Tabi 2050’nin dünyasında ön sıralarda yer alacak olan ülkelerden olan bizler ise bu telaşı sadece izlemekle mükellefiz, hep birlikte göreceğiz.