Bireylerin sosyal medya üzerindeki davranışlarını analiz edip, her bir kişiyle farklılaştırılmış mesajlar üzerinden diyalog kurarak ikna edilen geniş kitlelere ulaşmak ve bunu seçim başarısına dönüştürebilmek mümkün mü?
Siyasi partilerin yerel seçimlerde bu seneki favorisi dijital seçim kampanyaları oldu. Gerek ulaşılabilirliği gerek maliyeti gerekse çevre dostu oluşuyla bilinen seçim kampanyaları arasında bir devrim niteliği taşıyan bu adım, her ne kadar kolay gibi gözükse de temelinde oldukça ciddi çalışmaları barındıran meşakkatli bir süreçten oluşuyor.
Brexit ve geçtiğimiz ABD seçimlerinde ciddiyetini daha da belirginleştiren dijital kampanyalar için siyasi partilerden lobi oluşumlarına, önemli think tank’lerden üniversitelere politikayla bağlantısı olan tüm oluşumların dikkatini çekmeye devam ediyor. Son ABD seçimlerinde Facebook ve Cambridge Analytica’nın yol açtığı skandalın da üzerinden bakıldığında çok geçmedi. Büyük veri (Big Data) ve psikometrinin kullanıldığı bu çalışmalarda ilk adım 2008 yılında atılmıştı.
DÜNYANIN EN BÜYÜK PSİKOMETRİ TESTİ
Cambridge Üniversitesi’nin Psikometri Merkezi’nde çalışmaya başlayan iki doktora öğrencisi, bireylerin her davranışının, kişiliklerindeki beş yapıtaşı (yeniliklere açıklık, mükemmeliyetçilik, sosyallik, uzlaşmacılık ve kırılganlık) üzerinden çözümlenebileceğini savunan “Büyük Beşli” adlı seksenli yıllardan kalma davranış teorisi üzerinde çalışmaya başlamıştı. Michal Kosinski ve David Stillwell, söz konusu teoriyi önce, kendi geliştirdikleri MyPersonality adlı bir Facebook kişilik testi uygulaması üzerinden toplayacakları denekler üzerinden çalışmayı planlamışlardı. Ancak denek sayısı milyonlara ulaşıp ellerinde dünyanın en büyük psikometri veri seti oluşunca, rotayı bambaşka bir yöne çevirip o yıllarda Facebook’un yeni denemeye başladığı ‘like’ özelliğinin “Büyük Beşli” teorisiyle ilişkiselliği üzerinde yoğunlaşarak davranış bilimleri alanında çığır açacak sonuçlara ulaşmayı başardılar.
Bu sonuçlara göre uygulamanın, ilk aşamada herhangi bir Amerikalının verdiği 68 ‘like’ üzerinden deri rengi, cinsel yönelimi ve hangi partiye oy vereceğini yüzde 85 doğrulukla ölçebildiklerini keşfettiler; ardından da her Facebook abonesinin davranış özelliklerini 70 ‘like’ ile arkadaşından, 150 like ile ailesinden, 300 like ile eşinden ve bir miktar daha fazlasında ise kendisinden bile iyi tanımlayabildiklerini keşfetmiş oldular.
KİŞİLİK HAKLARINA ZARAR VERİR HALE GELDİ
İkili bu çalışmasını yayımladıktan kısa bir süre sonra Facebook beğeni verilerini dışarıya kapatma kararı alsa da bu çalışma çoktan başka çıkar gruplarının dikkatini çekmeyi başarmıştı. Gelinen noktada bugün ABD Başkanı Donald Trump, seçmen kitlelerini yanlış yönlendirme suçuyla yargılanabilir hale geldi.
Kişilik haklarına istenildiğinde bu denli zarar verebilen dijital kampanyalar, bir süre sonra kişilerin algılarını tümüyle kontrol altına alabilmeyi sağlayacak içerik yayınlarıyla yeni bir tehlikenin de kapısını aralayınca sosyal ağların neredeyse tümü sorgulanmaya başladı. Twitter önceden kullandığı, kullanıcının beğenilerine göre zaman akışı sunma fikrini değiştirerek kullanıcının takip ettiği herkesi görmeyi sağlayan en eski zaman akışına dönme kararı aldı. Facebook, “Her zaman görmek istediklerini sen seç, gerisini de biz eski sistemimize göre yapalım” mantığıyla yola çıkarak bir nevi günah çıkarma girişiminde bulundu. Google ise “Verilerini senin izin verdiğin koşulda satmaya devam ediyorum” diyerek ilk zamanlardan bu yana kullanıcısına yaptıklarıyla alakalı her türlü ‘bilgilendirmeyi’ yaptığını ifade ederek bir nevi aradan sıyrılmayı başardı. Bu seçimlerde dikkatinizi çekiyor olmalı ki Google bu masumiyeti ile Türkiye’deki seçim çalışmalarında da gücünü göstermeye başladı. Ak Parti, CHP ve İP Google’ın büyük veri tabanından faydalanabilmek için kıyasıya yarışa girdi. İlk olarak İyi Parti, Google arama reklamlarıyla daha sonra CHP sponsor içerikle, son olarak Ak Parti de arama ve Youtube reklamlarında, algoritmanın desteğiyle kişiselleştirilmiş içeriğin yayılması maksadıyla çalışmalara imza attı.
GENELDEN ÖZELE
Partilerin bu çalışmalardan nasıl sonuçlar aldığı ise seçim sonuçlarıyla beraber, kampanyalarda ulaşılan kitlelerin endeksleri üzerinden yorumlanacağı için ancak belli bir süre sonra kendisini gösterecektir. Ancak seçim stratejilerini bu zamana kadar daha genele hitap etmeye programlayan partilerin, bu seçimlerde daha özele inmek için her fırsatı kovaladığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Cinsiyet, yaş, etnik köken, sosyal faaliyetler, spor, folklor ve nicesi…
Bu seçimlerde neredeyse toplumun belli bir kesimini temsil eden her etken dijital kampanyalarda bir ‘ürün’ olarak kullanıldı. Partiler bu yarışta, yerel seçim olmasından da mütevellit geri planda kalmayı tercih ederken, seçmenlerin adaylara yoğunlaşmasını istediler. Neredeyse bütün adaylar takım elbiselerini bir kenara atıp, yaşlarına uygun; günlük formallikten uzak olmayan kıyafetlerle karşımıza çıktılar. Fotoğraflar basın danışmanları tarafından değil de direkt adaylar tarafından öz çekimlerle çekildi ve her biri daha önce ön plana çıkarmadığı türlü türlü yetenekleriyle kitlelerin karşısına çıkmaya başladılar.
GENÇ SEÇMEN ARTTI
Bu çalışmalar elbette keyiften yapılmadı. Çünkü sadece 24 Haziran seçimlerinde 1 milyon 650 bin genç, ilk defa oy kullanmıştı. Bu seçimlerde de bu sayının 2 milyonu geçmesi bekleniyordu. Tüm bunlarla beraber Türkiye’de aktif internet kullanıcı sayısı 60 milyona yaklaştı. Yani neredeyse ülke nüfusunun yüzde 75’ine hitap edebilecek bir çalışma ortaya çıkartılmak istendi. Ancak elbette çalışmaların dışına çıkıp yerlerde seçim broşürlerini görmeye devam ettik mi, elbette ettik. Peki bu neden oldu?
Türkiye organik internet kullanımın en fazla olduğu ülkeler sıralamasında yer alsa da dijital seçim kampanyaları için tehlike teşkil edebilecek bambaşka bir tehlikeye de sahip. İnternetin özellikle ‘deep web’ in kontrol mekanizması diğer ülkelere nazaran daha düşük konumda. Bu da özgür ve başka fikirlere açık bir internet ortamının önüne büyük bir engel oluşturuyor. Yalan haberler kolaylıkla yayılabiliyor, tartışmalar kötü çıkar gruplarıyla kolaylıkla alevlenebiliyor ve bir tarafın yaptığından diğer tarafın haberi çok geç oluyor. Ülkede var olduğu söylenen ‘gizli kutuplaşma’nın varlığı ne kadar doğrudur bilinmez ancak kontrol edilemeyen internet bugün bu terimin gerçekleşme olasılığını büyük ölçüde olabilir kılıyor.
HAKSIZ DEĞİLLER
Kullanıcılar üzerinde uygulanan, yazının başında da bahsettiğimiz algoritmalar da tüm bunlara büyük bir etken. Bilim insanları algoritmaların yol açtığı bu sorunu ‘yankı etkisi’ üzerinden yorumlamayı tercih ediyor. Yani bir süre sonra söylediklerimizi bir fanusun içinde sadece ‘kendimize’ söylüyormuşuz gibi oluyoruz. Tabii bu da seçim anketlerine kolaylıkla yansıyor ve kararsız seçmene doğru etkiyi yapmıyor. Taraflar sadece kendi eksenleri etrafında çalışmalarını sürdürürken kararsız kitle süreci nasıl izleyeceğini bilemiyor. Bu nedenle partilerin AR-GE birimleri, dijital kampanyalara tüm yükü bindirmeden hem sahada hem de sanal ortamda bu çalışmaları yürütmenin daha sağlıklı olacağı kanısına varmışlar. Haksız da sayılmazlar.
SAHADA KENDİNİ GÖSTERMEK ÖNEMLİ
Avrupa ülkelerinin çoğu da yakın zamanda gerçekleşen seçimlerinde bu yönde bir çalışmaya imza atmaya karar verdiler. Sahada daha da kendini gösteren adayların popülerliğini koruduğu yapılan bilimsel çalışmalarla da desteklendi. Yani her ne kadar teknoloji dostu bu kampanyaları destekler konumda yer alsak unutmamız gereken bambaşka bir gerçek var ki bu çalışmalar da siyasetin kendisi kadar yeri geldiğinde tehlikeli ve çözülmez hale gelebiliyor. Bu nedenle bu çalışmaları desteklemekle birlikte bilinçli topluluklar ortaya çıkarma gayreti emin olalım daha müreffeh bir ülke olma yolunda emin adımlar atmamızı sağlayacaktır.