Dijital Dünyanın Yalanlar İmparatorluğu'nda Sıkışan 'Adalet'

Saliha Sağdıç
Saliha Sağdıç

Gelişen teknoloji ve etrafımızı çepeçevre saran dijital dünya birçok alanda hayatımızı kolaylaştırıyor ve konforumuzu arttırıyor gibi görünse de bir yandan da bizi bilinmez dehlizlere sürüklüyor. Malum artık sevincimizi, üzüntümüzü, isyanımızı, derdimizi kısaca her şeyimizi dijital yaşıyoruz. Dijital seviniyor, dijital üzülüyor, dijital isyan ediyoruz. Kılımızı dahi kıpırdatmadan, tuşlara basarak haksızlıklara karşı çıkıyor, savaş veriyoruz. Bunu başarılı bir şekilde yapanları da kahraman ilan edebiliyoruz. Bu dijital isyan kahramanları, tüm bunları tuşlara basarak yaparken bir yandan çekirdeğini çitleyip, gazlı içeceğini mi yudumluyor bilemiyoruz tabi. Çünkü artık bağımlısı olduğumuz dijital dünya, yalanlarla dolu.

Stanford Üniversitesi'nde iletişim profesörü olan Jeff Hancock, dijital dünyada ve online platformlarda yapılan yalan ve aldatmacalar üzerine yaptığı araştırmada, dijital yalanların da çeşitleri olduğunu tespit etmiş. Bunların en basiti ve belki de hepimizin yaptığı, "çıktım, geliyorum, yoldayım" türünden dijital yalanlar. Çünkü teknoloji henüz dijital olarak yalan söylediğimizi karşı tarafa bildirecek kadar gelişmedi. Yani "aramışsın canım ama şarjım bitmişti" dediğimizde karşı tarafa bildirim olarak "aradığınız saatte, ulaşmak istediğiniz şu numaralı kullanıcının cihazının bataryası yüzde şu kadar doluydu" mesajı gidene kadar bu konuda rahatız. Profesör Hancock, bu tip yalanların 7/24 ulaşılabilir olduğumuz bir devirde, iletişimde olduğumuz insanları kırmamak adına söylenen bir nevi beyaz yalanlar olduğunu söylüyor.

Dijital beyaz yalan? Bunların daha zararlısı ise yalan kullanıcı yorumları. İşte bu gerçekten şaşırtıcı ve tehlikeli! Çünkü kendi ürünlerinin tanıtımını yapan kişi ve kurumların abartılı övgüleri, kişileri gerçek kullanıcıların fikirlerini almaya sevk ediyor ve internet bu konuda gerçek bir

bilgi denizi. Yani kendinize yeni çıkan bir şampuan ya da krem alacaksınız; kendi sitesinin mucizeler vadeden bilgileri yerine o şampuanı ya da kremi gerçekten kullanmış olan kişilerin yorumlarını okumak istiyorsunuz. "ben denedim ve çok memnun kaldım vs" şeklinde çok fazla yorum gördünüz ve gönül rahatlığıyla ürünü almaya karar verdiniz. Almayın! Ben demiyorum, koskoca iletişim profesörü diyor. Yani almayın demiyor ama inanmayın, güvenmeyin diyor. Çünkü araştırmaya göre tüm dünyada devletler ve şirketler; sahte ürün yorumları ve propagandalar için ücret karşılığında insanlar kiralıyor. Bunu ister krem olarak düşünün ister savaş stratejisi? Devletler diyoruz, koca devlet şampuan için insan kiralayacak değil herhalde. Durumun aslında ne kadar vahim olduğunu ve bu vehametin giderek daha da artacağını görmek hiç de zor değil.

Kurumların ve devletlerin internet sayfaları bir tuşla hacklenebiliyor, siber saldırılarla gizli belge ve dokümanlar tehlikeye girebiliyor. Sosyal medya ise bu konuda adeta bir mayın tarlası. Yalanlar ve gerçekler birbirine karışmış durumda. Gerçek isim ve kimliğiyle yapamayacağı şeyleri,

söyleyemeyeceği sözleri sahte kullanıcı hesaplarıyla yapan birçok insan var. Bilerek uydurma haberler yapan ve bunları yayan kişiler var. Facebook'ta turfanda sebze gibi yayılan, fotoşopla acayipleştirilmiş, "Allah aşkına amin yazın, peygamber aşkına beğenin, paylaşın" yazılı

hasta bebek fotoğraflarının altına amin yazan binlerce insan var. "Yahu, üç kafalı bebek mi olur, gerçek değil mi acaba?" diye sorgulama ihtiyacı bile hissetmeyen binlerce kişi? Ne verirseniz almaya, ne paylaşırsanız inanmaya hazır binlerce kişi? Başlangıçta masum gibi görünen bu aldatmaca ve yalanlar bazen çok tehlikeli sonuçlara yol açıyor. Çünkü gerçek hayatta çamur atarsanız sadece izi kalır ama dijital dünyada çamur at, yüz binler inansın gerçeği var ne yazık ki?

Hepimizin hafızasında tazeliğini koruyan, 15 Temmuz'da yapılmaya çalışılan kanlı darbe ve işgal girişiminin belki de ilk ayaklarından biri olan en büyük kurgu ve yalan ise Mit tırlarına yapılan operasyon ve onun üzerinden yapılan yalan haberler. Benim bu yazıyı yazdığım saatlerde davası sonuçlanan ve bir milletvekiline 25 sene hapis cezası verilen olayda Türkiye'nin terör örgütlerine silah yardımı yaptığı yalanı uydurulmuş ve FETÖ eliyle Mit tırlarına operasyon çekilmişti. 17-25 Aralık operasyonlarında olduğu gibi. Kişilerin gerçek konuşmalarını alıp değiştirmek, montajlamak

hatta eldeki verilerden yeni ses üretmek günümüz teknolojisinde çocuk oyuncağı. Fakat bu teknolojiden habersiz, üç kafalı çocuk fotoğrafının altına amin yazan insanların bu kaliteli ve planlı dijital yalanlara inanması çok da zor olmaz. Cumhurbaşkanı ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen konuşma üzerinden yürütülen operasyon başarıya ulaşmış olsaydı bugün ülkemiz bambaşka bir durumda olabilirdi. Bu operasyonlar sonrası toplumun algılarıyla oynamak için anahtar kelimeler, sloganlar bulup sosyal platformlarda insanları galeyana getirmeye ve operasyonların dijital ayağını sergilemeye başladılar. Tweetleri boş yere ikiye katlamadılar yani. Dijital dünyada kurulan bu yalanlar imparatorluğunun, insanların

algısı üzerinde ne kadar önemli olduğu gün gibi ortada. Bugün hala birçok insan bu yalan ve kurguların gerçek olduğuna inanıyor ve savunuyor. Daha yakına gelelim mi? 15 Temmuz kanlı darbe ve işgal girişimi sırasında Şehitler köprüsünde masum askerlerin kafası kesildi yalanını bile isteye yaydılar. Adli tıp kurumunun kafası kesilmiş hiçbir vaka olmadığını açıklamasına rağmen, darbeci askerlerin sivil ve masum halka nasıl ateş açtığı tanklarla ezdiği görüntülerle sabitken utanmadan başka olay ve yerlere ait fotoğrafları "gencecik erlerin kafası kesildi" şeklinde servis ettiler.

Tüm bunları can hıraş savunan binlerce insan vardı sosyal medyada. Amaçları ise gündemi bulandırmaktı. Darbe girişimi başarısız olunca hiç değilse suçu başkalarına atalım, gündemi değiştirelim, kafaları karıştıralım, masum asker yalanı ile halkı darbeye karşı durmaktan vazgeçirelim dediler. Tüm bunlar belki amacına ulaşamadı ama bugün hala yalanlar üzerinden toplumun algısı ile oynamaya devam ediyorlar. Sıradaki plan ise adalete olan güvenimizi ve onun üzerinden devlete olan inancımızı zedelemek. Yine bu yazıyı yazdığım saatlerde ana muhalefet partisi liderliğinde Mit tırları davasında hüküm giyen milletvekili için bir yürüyüş düzenleniyor. Peki yürüyüşe slogan olarak ne seçilmiş dersiniz? Sadece tek bir sloganları var o da "adalet" ve bu asla tesadüf değil. Toplumun adalete ve oradan da devlete olan güvenini zedelemek için özellikle seçilmiş bir slogan bu.Darbe girişimi sonrasında birçok kişi tutuklandı, birçok kişi de görevden uzaklaştırıldı. Bunu yapan ve ciddi bir şekilde çalışan savcılar var. Geçenlerde "12 valide bylock var" yazısı için ifade vermeye çağrılan Fatih Altaylı, FETÖ soruşturması ile ilgili ifadesini alan savcı için işlerini aşırı bir titizlikle yaptıklarını gözlemlediğini söyledi. Elbette kırk küsur senedir devletin, emniyetin ve yargının içine adeta çöreklenmiş bir örgütü temizlemek kolay olmayacak. Bu temizlik sırasında hatalar yapılması ihtimali de mevcut olabilir. Ülkemizde yargı bağımsızdır ve ülkemiz bir hukuk devletidir. Yargı içinde her konuda ve davada hata yapılma olasılığı olduğu gibi bu davalarda da olabilir. Fakat en büyük özellikleri yalan söylemek ve titizlikle gizlenmek olan bir örgütün üyelerinin kopardığı 'masumuz' yaygarasına da inanmak doğru değildir. Etrafta o kadar çok haksız ve masum yere işinden atıldığı iddia edilen insan var ki; eğer darbe gecesi suçüstü yapılan darbecilerin mahkemelerde suçsuz olduklarını dalga geçer gibi söylediklerini duymasak inanacağız.

Hatta ve hatta eğer o kanlı gecede kahraman şehit astsubay Ömer Halisdemir'in alnından vurduğu Semih Terzi o gece ölmemiş ve bugün mahkemeye çıkmış olsaydı o da masum olduğunu söyleyecekti. Eğer gerçekten bu süreçte haksızlık yapılmış olan masum insanlar varsa elbette hak yerini bulacak ve görevlerine iade edileceklerdir. Ama bu olayın adalete olan inancımızı sarsmak kişilerin pazardan limon seçer gibi seçilip cezaevine atıldığına toplumu inandırmak için yapıldığı aşikardır. Hep bahsedilen üst akıl kurduğu yalanlar imparatorluğunun müridleri olmamızı istiyor. Çünkü bugün dünyada ister cumhuriyet, ister monarşi, ister teokrasi ile yönetilsin en büyük iktidar gücü medyanın yani dijital dünyanın

elindedir.

İlk basamak olarak ülkemizdeki adaleti, sonra da yavaş yavaş devleti sorgulamamız isteniyor. Ne demişler, eğri oturalım doğru konuşalım, ben de diyorum ki dijital oturalım ama doğru konuşalım. Dijital dünyada hiçbir şey gördüğümüz ya da duyduğumuz gibi değildir. Kafasından bir kafa daha çıkmış bebek ne kadar gerçek değilse, 17-25 Aralık'taki ses kayıtları ne kadar sahteyse MİT tırlarının terör örgütü DAEŞ'e silah

yardımı yaptığı ne kadar uydurmaysa, köprüde erlerin kafası kesildi nasıl bir iftira ise bugün yapılan adalet oyunları da o kadar gerçek dışıdır.

Gerçekler için beklemek gerekir, çünkü adalet topaldır ama gideceği yere er geç varır.