Depresyonu Fırsata Çevirmek

Hüseyin Karaca

Evrenin zahiri esrarına yöneldiğimiz kadar enfüsî iç dünyamıza yönelmediğimiz bir gerçek. Hâlbuki kalbiyle insandır beşer. Yüreğiyle, merhametiyle, adaletiyle hilafet liyakatini almıştır yeryüzünde. İmaj ve surette yıkılıp giden modern asrın çocukları, yüreği besleyen gıdalardan mahrumiyetinin farkına varacak İran’dan yoksun. Acınacak nokta işte tam da burası! Açlığını bilmeyen, susuzluğunun farkında olmayan çokbilmiş nesillerin evrene verdiği zarar, çevre kirliliğinden az bir felaket değil.

İÇ KARARTICI

Günümüzde neredeyse herkes bir meçhul bunalımdan bahsediyor. Zahirde şık ve gösterişli, hakikatte mutsuz milyonlarca insan var. Doğduğunda kulağına ezan okunan, camilerinde cemaatle namazlar kılınan bir toplumun, depresyondan mustarip olması, garipsenecek bir durum değil mi?

Problem nerede?

Depresyonu bir fiziksel bedensel maraz/ hastalık olarak kabul edersek, tıbbi bir konuda uzmanlık alanının sınırlı olduğu bir alanda ihtiyatlı konuşmak en iyi çıkar yol. Latince ‘Deprimere’ yani ‘İç karartıcı’ anlamına gelen ruhsal bozukluk olan depresyon, psikolojik, biyolojik ve sosyal faktörlere bağlı ortaya çıkan ‘His, düşünce ve davranışlarımızı olumsuz etkileyen, sürekli üzüntü halinde olmaya ve zevk veren durumlardan keyif almamaya yol açan, çeşitli duygusal ve fiziksel belirtileri olan, kişide görevlerini yerine getirme yeteneği azaltan, denetlenemez durumdaki kaygıyı ifade eden, yaygın ve ciddi ancak tedavi edilebilen tıbbi bir hastalıktır.’

FAKİRLİK BİR FAKTÖR

Bedenin kendi fizyolojik evreni olduğu gibi kalp ve iç dünyanın da kendine has bir ledünni/manevi evreni var. Dindarlık, âfâkî/dış dünya ile enfüsî/iç âlem arasındaki ahenk ve dengenin sağlanması demek. İman esaslarına inanan, ibadetlerini ifa eden toplumun mantık olarak psikolojik yıkıcı hastalıklardan uzak olması gerekmez mi? Realite böyle mi? Ne yazık ki hayır.

İstatistikler, namaz kılan-kılmayan şeklinde bir ayrıma tabi tutmadan toplumun bir depresyon uçurumuna yuvarlandığını söylüyor. Metrolar, otobüsler, tramvaylar birbirine tahammülü olmayan, tamamen narsist kırmızı çizgileriyle hareket eden, bencil bir o kadar da tahammülsüz insan tipleriyle dolu. Depresyon tıbbi bir vaka olsa da bu hastalığın temelleri, basit toplumsal erdemlerdeki ihmallerde aranmalıdır. Toplumun ekonomik açıdan fakir olması o toplumun depresyon ve psikolojik hastalıklara yakalanmasında bir faktör olabilir; fakat fakirlik ve ekonomik şartlar depresyon için tek sebep olmamalıdır. Kırsal alanda ekonomik olarak çok iyi durumda olmayan fakat ruhi psikolojik bir iç dinginliğine sahip olan, hayatla çevreyle barışık insanların varlığı bu hipotezin geçersiz olduğunu ispat için yeterlidir.

SABIR

Depresyon 21’nci yüzyılda daha çok şehirlerdeki bir kâbus olarak görünmektedir. Şehirleşmenin getirdiği büyük problemler depresyonu daha da tetiklemektedir. İnancın ve amelin kâmil manada uygulandığı fertlerde depresyon gibi manevi hastalıkların görünmemesi gerekiyor. Zira pasif gibi algılanabilecek fakat pasif duruştan ziyade aktif bir harekete geçme mekanizması olan sabır tevekkül ve kanaat vb. unsurlar küçük yaşta insanlara kazandırılmadığı takdirde, bu küçükler ilerde bir bencil canavar sürüsü olarak toplumda manevi hastalıkların tetikleyicisi olabilmektedir. Sabır bir toplumda kişinin donanması gereken en büyük silahtır. Çünkü sabır bir maruz kalma ve katlanma durumu değil, harekete geçmenin tetikleyici unsurudur. Ahiret ve kader inancına sahip olan mümin insan, kendisine sağlık, sıhhat, afiyet güç kuvvet yetenekleri bahşeden bir yaratıcının kendisine daha nice güzel sürprizler hazırlama kudretine de sahip olduğunu düşündüğü anda manevi bir rahatlama hissedecektir.

ALLAH’I ANMAK

“Kişinin Rabbine en yakın olduğu ân, secde anıdır” (Müslim, Salât, 215) Hadis-i Şerifi aslında depresyon tedavisinin seccadede olduğunu bizlere haykırmaktadır. Seccadenin rehabilitasyonunda Kur’an eğitimiyle meşgul olan insanların doksan yaşlarında bile gençleri kıskandıracak bir hafıza gücüne sahip olmaları, depresyon gibi manevi hastalıkların da tedavisinin adresini bize göstermektedir. “Kalpler Allah’ı zikirle ancak huzura erer” (Ra’d 13/28) ayet-i kerimesi tecvidi kıraati harfleri mahreçleri kadar, verdiği psikolojik sosyolojik ailevi mesajlarıyla hayatımızda yer almalıdır. “Kim benim zikrimden/ Kur’an’ımdan yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.” (Taha 20/124) ayet-i kerimesi, geçim sıkıntısı çekenlerin, ekonomik problemler yaşayanların tekrar düşünmesini gerektiren bir mesaj vermektedir. Depresyon vakalarının hemen hemen çoğu ekonomik sıkıntıların sonucunda gelen stres ve endişelerden kaynaklanmaktadır. Fakirlikle aile içi huzursuzlukların Kuran’a uzaklığımızla doğrudan ilişkisi bulunmaktadır.

DURUŞU BOZMAMAK

Asıl paradoksal sorun şudur: Dindar kişilerin depresyona uğramasını nasıl izah edeceğiz? Kanaatimizce burada da daha farklı faktörler devreye girmektedir. Kur’an okumak, ahlaka dönüşen bir erdemli süreklilik davranışına dönüşürse huzurun anahtarı olur. Kur’an’ın sadece bir vahiy ve mesaj olarak indirilmesiyle yetinilmemesi, Peygamberimizin (S.A.V) 23 yıl sıkıntılarla dolu hayatı yaşayıp sünnetiyle Kur’an’ı bize anlatması, sahabelerin de çile dolu bir bedelle hayatlarını iman uğrunda vakfetmeleri dolayısıyla Kuran sünnet bütünlüğü içerisinde gelen mesajın somut ahlaki örneklerini temsil etmeleri, huzurun sadece bir mesaj, bir okuma değil bir aynı zamanda hayatın içindeki bir mücadelenin de adı olduğunu göstermektedir. Huzur sadece salt bir mutluluk, salt bir saadet değildir. Huzur, musibetler içerisinde de varlığımızı varoluşumuzu hatırlamak; bizi biz yapan, bize hediye eden Rahman karşısındaki duruşumuzu bozmamak demektir. Başka bir ifadeyle huzur, sadece sevinç içerisinde yaşama ütopyası değil, zor zamanlarda ayakta kalabilme iradesini ortaya koymak, musibetler karşısında musibetlerin ardından gelecek güzelliklere hazırlanabilme güç ve enerjisini biriktirebilmektir.

DAVA ŞUURU

Depresyon sayesinde insanlar tamamen bir yıkım ve yok oluşun, bir devrilmenin felaketzedeleri değil bu fırsatla ayağa kalkabilme fırsatını elde etmiş talihli insanlar da olabilirler. Tasavvuf tarihinde büyük zahitler büyük sufilerin hayat hikayeleri okunduğu zaman her birinin geçmişi itibariyle büyük bunalımlar büyük buhranlar yaşadıkları görülmektedir. Bugün Müslüman olmayan topraklarda yaşayıp da sonradan Müslüman olan kimseler, büyük manevi depresyonlar buhranlar yaşadıktan sonra Kur’an ve sünnetin manevi atmosferine kendilerini atmaktadırlar. Asıl incelenmesi gereken, sabah akşam Kur’an ve hadisin ikliminde yaşadığı halde depresyonla mustarip olan kişilerdir. Problem namaz abdest Kur’an gibi ibadet ritüellerinin kâmil manada yerine getirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Diğer yandan depresyon gibi bunalımlar, büyük düşünürlerin büyük şairlerin büyük dâhilerin ortaya çıkması için bir fırsattır. Buhranından bir mukaddes dava şuuru çıkaran insanlar tarihte hep var olmuştur. Yaşadığı dünyanın manevi erozyonuna çareler arayan mürşitler, değişmez bir kader olarak, yaşadığı toplum tarafından hep deli olmakla yaftalamışlardır.

AHENGİ KAYBOLMUŞ TOPLUM

Depresyon bir derdin davasını gütmek, toplumdaki manevi buhranı önemsemek ise bu mukaddes bir sancıdır. Bu mukaddes dert kişiyi ahirette dertsiz kılar. Dünyada mana adına İslam adına dert ve sıkıntının muhatabı olanlar, ahirette dertsiz yaşayacaklardır. Antidepresan ilaçlara bağımlı yaşayan bir toplum, ahengini kaybetmiş bir toplumdur. Toplumun ahengini cami mescit tekke okul ve aile inşa eder. Tekkesini ailesini kaybetmiş bir dünya, depresyon girdabına sürüklenecektir. Tekke derken insanların gönül dünyalarını inşa eden, kişilerin gönüllülük esasına göre hiçbir beklenti içinde olmadan birbirine dini ahlaki değerleri aşıladığı bir fıtrî müessese ahengini kastediyoruz. Dünyamızın özlediği ahenk, tekkenin temsil ettiği, tasavvufun iç dünyasındaki mana genişliğini yansıtan ahenktir. Kişilerin kurumların yanlış kanaatlerine bakılmadan tasavvufun bir manevi enerji olarak, topluma karşı saygı ve hürmet çimentosu olarak tekrar gündeme getirilmesi gerekmektedir. Mevlâna, Yunus Emre gibi büyük dervişlerin sadece hamasi çerez niteliğindeki sözlerinin toplumda manevi bir aşıya dönüşmesi zordur. Mevlâna’nın çektiği çilenin, Yunus’un Taptuk tekkesinde yaşadığı ıstırabın anlaşılması modern dünyada fertlerin depresyon gibi sıkıntılardan bir fırsat üretmesinin formülü olabilir. Gazali, büyük bir bunalımın ardından İhyâ adlı dev eserini yazabilmiş, irfan tarihine bu şekilde adını yazdırmıştır.

KAMİL İNSAN

Depresyon salt bir felaket olarak görülmemelidir. Tıbbın imkânları çerçevesinde bu hastalık tedavi edilmeye çalışılmalıdır. Fakat bu hastalığı yenme konusunda dindar kişilerin daha talihli insanlar olduğunu söylemek durumundayız. Zira inanç bir yaşam refleksi olarak kişiyi dünyada mutlu edecek en büyük formüldür. İnanç dünyasındaki ahlaki erdemlerdeki eksiklikler amelin de ibadetin de aslında kâmil olmadığının bir göstergesidir. İman inanç ve ibadeti kâmil olan insanların bedensel mutluluklarının da kâmil olacağı unutulmamalıdır. Ritüellerine dikkat edilerek, görselliğe kurban edilmeden, muhtevası ve ruhu korunarak, bir hegemonya aleti olmaktan çıkarılarak, dinin gönüllerdeki huzurun adresi olması için çalışmalar yapılmalıdır.

MANEVİ İLAÇ

Ezan, Kur’an namaz, cemaatle namaz hayır faaliyetleri vb. ayrıntılar bir huzur haritası olabilir. Fakat unutulmamalıdır ki huzur bireyseldir. Bireylerin mutlu olduğu bir toplumda toplum bir bütün olarak mutlu olacaktır. Bireylerin mutluluğu da öteki bireylerin mutluluğuna saygı duymaya, onların sevgi ve ihtiramını kazanmaya bağlıdır. Her yönden gerilmiş, politik sosyolojik gerginlikler ile ötekinin düşmanı hasmı haline gelmiş bir toplumun depresyondan mustarip olması gayet normaldir. Kıtaları harmanlayan, kucaklayıcı bir disiplin olarak İslam dininin tasavvufi boyutu gelecek yıllarda dünyanın manevi ilacı olacaktır.

FELAKETTİR

Depresyon bir felakettir, asıl felaket İslam’ın bu felaketi aşabilecek bir formüle sahip olduğu bilincinden uzaklaşmaktır. Ahlaki erdemlerle İslam’ın ruhuna vakıf olan fertler her türlü dünyevi sıkıntının üstesinden gelebilir. Unutulmamalıdır “Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216) ayeti gereğince hayırda şer şerde hayır olabilir. Bu bakış açısından depresyonun bir erdemli dünya için bir fırsat olduğu, büyük fikirler büyük çarelerin bir mukaddimesi olabileceği göz ardı edilmemelidir.

BİRLİK OLAMAYAN MÜSLÜMANLAR

Burada bilinmesi gereken bir başka konu da fitne konusudur. Fitne, bir Müslümanın bir Müslümandan nefret etmesi, onun başına gelen musibetten dolayı sevinmesidir. Bugün depresyondan da tehlikeli olan şey, ümmetin günlük çıkarlar için her türlü kardeşlik ilkesini pervasızca nasıl çiğneyebildiği, Müslüman kardeşinin başına gelen felaketlerden nasıl haz alabildiğidir. Müslüman, kâfirin bile küfür sıfatına ve özelliğine kızar, kâfirin kendisine değil. Zira bugünün kâfiri yarının mü‘mini olabilir. Hal böyleyken günümüzde Müslümanlar kâfire kızmadığı kadar birbirine diş bilemekte, nefret kusmaktadır. Müslüman olmayan toplumlarda müzik spor vb. aktiviteler toplumu birleştiren, bir araya getiren ahenk unsurları iken Müslüman toplumlar hiçbir değer yargısı etrafında bir araya gelememektedir. Buna ister dünyevileşme diyelim ister politize olma diyelim realite maalesef budur. Müsamaha ve hoşgörü refleksleri tahrip edilmiş toplumda depresyon tabii bir sonuçtur. Kardeşlik ilkesini bir ‘Çıkar’ söylemi olmaktan çıkarıp, Müslümanca yaşama sanatının alfabesi haline getirme zamanı gelmiştir.