Dün gece hepimiz #wayfair skandalı ile çocuklara yaşatılan sistematik ve acımasız işkence ile yüzleştik. Belki #wayfair skandal görünümlü bir operasyon. Belki borsa manipülasyonunun görünen kısmı. Belki küresel şirketlerle küresel suç örgütlerinin ilişkisini anlatan ip ucu. Hepsini ancak zaman geçince, dünyanın büyük patronları açıklama yapınca anlayacağız.
21. yüzyılın en büyük sorusu “Çocuklara kim bakacak?”. Bir bebek haberi duyduğumuzda anneyi tebrik ederken arkasından bu soruyu soruyoruz. Biliyoruz ki eskisi gibi büyük aileler, 40 yıllık komşular, manevi teyzeler yok. Bir anne pazara ya da markete gitmek için bebeğini yarım saat bırakacağı güvenli bir ev bulamıyor. Hani pazarda bebek arabası görünce söyleniyorsunuz ya markete bu saatte çocuk mu gelir diyorsunuz. İşte hepsinin nedeni çocuklara anne dışında bakacak kimse yok.
Anne çalışıyorsa ve bakacak anneanne/babaanne yoksa dram başlıyor. Benim iki kızıma da Allah razı olsun annem baktı fakat annemin bir işi varsa, o gün hastaneye gitmesi gerekiyorsa mesela kilitleniyorum. Zeynep okuldan servisle nereye gidecek, Beyza’ya kim bakacak? O günü planlayana ve çalışma saatimi o güne uygun hale getirene kadar kafamda bin düşünce.
Maalesef artık ebeveynlik tek kişilik. Çocuklar annenin hanesine kayıtlı. Üstelik kadınlar çalışıyor. Kadınlar çalışmasın diyenler dünyada iki asgari ücret üzerine kurgulanmış ekonomi modellerine bakabilir. Mevcut durumda kadınların çalışmaması tartışmaya kapalı bence. Fakat çocuklara kim bakacak? Hem ülke hem dünya olarak buna odaklanmamız gerekiyor. Her gün dönüşte çocuklarını bakılan evden almak ve evine gelip günün diğer yarısına başlamak annelerin ömrünü tüketiyor. Bakıcılarla yaşanan çeşit çeşit maceralar var. Kreşe gitmeyi kabul etmeyen çocuklar var. (Küçük kızım geçen yıl 1 hafta kreşe gitti ve uzunca bir süre her sabah kreşe gitmeyeceğim dedi). Çatışma bölgelerinde doğan çocuklardan, mülteci çocuklardan, bir şekilde babası ya da annesi olmayan tek ebeveynli çocuklardan bahsetmiyorum bile.
Çocuklar ailenin mülkü değil toplumun emaneti. Fakat kimsenin kimseye bakmadığı, kendi çocukları dışında hiç bir çocuğu gözlemlemediği sosyolojide çocuklar her türlü şiddeti yaşıyor. Hiç merak ettiniz mi çocuğunuzun sınıfında şiddet gören arkadaşı var mı? Okul bahçesinde beklerken annesi biraz gecikince ağlan çocukları teselli edip yanlarında durdunuz mu?
Mülteci evlerine hiç gittiniz mi? Biri belki çocuğu sahiplenir ya da fazla para verir diye kız kardeşinin çocuğunu “ailesi bırakıp gitti” diye anlatan kadınlar gördünüz mü? Sokakta dilenen çocuklar kimin? Dilencilerin kucağında uyuyan en fazla 6 aylık bebekler? Evde sabah akşam dezenfekte ettiğin biberonlar nerede, sokakta dilenen kadınların ucu kirden kahverengi olmuş biberonları nerede? Mültecilerin yaptığı çocuk ticaretini duydunuz mu? Annelerinin kötü işlere sevk ettiği 13 yaşındaki kızları? Evinde tek başına annesini bekleyerek büyümek zorunda kalan çocukları?
Organ ticaretine ve pedofiliye hiç girmiyorum bile... Kayıp çocuklar ölünce tabutlarına sarılıp “kurtuldu” diye ağlıyoruz. Köylerden metropollere kaybolan çocukların hikayelerinde istismara açık kapılar buluyoruz. Hiçbir çocuk durup dururken kaybolmuyor, gitmiyor. Hiçbir katil sistematik işkence yapmadan kadınları, çocuklarını öldürmüyor. Evet su kirli, dünya kötü. Fakat biz bu suyu temizlemek için ne yaptık? Asıl soru burada.
Bazı çocukların önüne dünyayı yığarak diğer çocukların acı çekmesine göz yumarak dünyayı kurtaramayacağımız ortada. Çocuklarımız için ne yapmalı? Bunu düşünmenin ve harekete geçmenin vakti çoktan geldi.