Hayatımın ilk on beş yılını çizgi film izleyerek geçirdim. Casper'dan şeker kız candy'ye, richi rich'ten ninja kaplumbağalara uzanan geniş bir film hafızam var. Sonra bu hafızaya türlü türlü animasyon filmleri yerleşti. 11 yıl aradan sonra yeniden çizgi film serüvenim başladı. Her şeyi mükemmel bilen blogger anneler "sakın çizgi film" izlemeyin dediği halde çoğu gün yapacağımız en güzel aktivite çizgi filmdi ve biz her sabah seyrettik. Kızımı büyütürken birçok anneanne yöntemini kullandım, kullanmadıklarına da sonradan pişman oldum. Her neyse. Yalnız bir çocuğu avutmak bazen pek de kolay olmuyor ve çizgi filmler söylenenin aksine kızımın ilk sesleri çıkartmasına, ritim duygusunun gelişmesine yardımcı oldu. Üstelik telefonlardan, iPad’lerden de daha az tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Her neyse konu bu değil. Ömrünün büyük kısmı çizgi film karakterleri ile geçmiş bir insan olarak yerli ve yabancı çizgi filmleri kıyasladım geçenlerde. TRT çocuk ile Türkiye'de bebek-çocuk eğitimi konusunda yeni bir dönem başladı. Yerli çizgi film çalışmaları, animasyon denemeleri takdir edilecek cinsten. Bunun gerisinde büyük bir emek var belli. Sonuçta stüdyolar, çizimler, canlandırmalar aynı zamanda bir teknoloji gerektiriyor ve bizim bu teknolojiye hakim olmamız başka projeler için Ufuk açıcı olacaktır. Fakat hikaye söz konusu olunca nedense eksik kalıyoruz çizgi filmlerde. Aylar önce çizgi film karakterlerinin iddiasız oluşu üzerine bir yazı okumuştum. Ben özellikle anne, baba ve aile büyüklerini, komşuları anlatan karakterlerin süper tiplemeler olmaması taraftarıyım çünkü sonuç olarak her çocuk aynı dünyanın içine doğmuyor ve çocuk dünyası süper becerikli zengin ve güzel anne tiplemeleri ile darmadağın olabiliyor. Daha hayatın içinde, özellikleri olan fakat çocuklarının yanında baskın olmayan, toplumun değer yargılarına saygı gösteren ebeveynler tasarlamak yeterli. Yerli çizgi filmlerin asıl sıkıntısı kurguyu besleyecek olaylarda.
İzlediğim İngiliz ve Alman çizgi filmlerinde sığınmacılar, mülteciler, postanelerin işleyişi, yaşlılık, ölüm, doğum, müzeler, taşınma... vb gibi konular titizlikle kendi kültürlerine uygun olarak işlenirken bizim çizgi filmlerimiz hikayeden uzak hemen hemen bir kaç mekanda geçen ve lahmacun yiyip Ankara havasında oyun oynayan, klasik müzikten sıkılan, öğretmenine gerektiğinde ayak oyunları yapan, bazen gerçek dünya ile bağlantısını koparmış çocuk karakterler yer alıyor. Bize komik gelen bu karakterler maalesef çocuklara pek bir şey öğretmiyor. Gerçi 5-6 yaşında olup da müzeye, postaneye giden, bir hastanede inceleme yapan, uzaya dair, devlete tarihe dair soruları olan kaç çocuk var ve bu çocuklar doğru yönlendiriliyor mu gerçek hayatta bu da ayrı bir sorun.
Yerli çizgi filmlerin dini ve tarihi içerikli olanlara hiç girmeyeyim çünkü mesaj vereceğiz diye benim bile izlerken yorulduğum hikayeler yazılıyor. Çocuklarımızı ufku geniş ve sorumluluk sahibi, kişilikli bireyler olarak yetiştirmiyoruz. Ya fazla hayalperestler ya yorgun ve isteksizler ya da hayatı omuzlarına alıp yorulmuşlar. Her sosyal sınıftan çocuğun izlediği çizgi filmlerde bambaşka bir dünya anlatabiliriz halbuki onlara. Sen de yapabilirsin diyebiliriz. Fırsat eşitliğinin tam anlamıyla gerçekleşmesinin mümkün olmadığı bir sistemde istersen yaparsın diyerek onları cesaretlendirebiliriz. Kaliteli çizgi filmlerde hem kendi çocuklarımızı eğitir hem de dünya pazarında milyonlara ulaşabiliriz. Çizgi film deyip geçmeyin. Reklamlarına bakınca anlarsınız her gün kaç anne ve kaç çocuk izliyor. Çizgi filmler temize çekilse yeni bir dünyanın bir taşı daha yerine oturmuş olur.