Bugünün rengi

Zehra Betül Özseçer

Zaman, hareketin başlamasıyla başlar, yaşam da zamanın varlığına borçludur kendini. İşte tam da bu nedenle her hareketin bir rengi vardır ve her duygu, her düşünce bir renk ile ifade edilebilir bir dalga boyuna sahiptir evrende. Birçok filme, bilimkurgu romana konu olmuştur belki ama benim için en çarpıcı olanı, işitme engelli bir kahramanın müziği görebilmesiydi. Her sesin bir rengi vardı sahnede ve bir müzik aleti çalındığı zaman bütün dünya renkleniyordu kahramanın gözünde. Aslında müzik gerçekten de hayatımızda böyle bir etki bırakıyor, rengarenk, ancak bizler sadece hissettirdiği duyguyu biliyoruz onu göremediğimiz için de bu mucizeyi göz ardı ediyor ve çoğu zaman yokmuş gibi davranıyoruz.

Mesela kalabalık bir cafe ortamına gittiğimizde çeşit çeşit müzikler sürekli arka fonda dönüyor ancak bizler dinlemiyoruz, görmezden geliyoruz. Yada bazı mağazalardan alışveriş yapmayı belki de sadece arka fonda çalan müzikler için tercih ediyoruz ama farkına varmıyoruz bile. Düşünün gözlerimizin o dalga boyundaki renkleri algılayabildiğini o zaman aynı duyarsızlıkla kalabilir miydik bu mucizeye? Bu nedenle bu köşede yazdığım her kelimenin, her düşüncenin, her duygunun bir rengi olabileceğine inanarak yazıyorum. Aslında hayatın bizi yorup yıprattığını düşündüğümüz o anlarda bile bir renk cümbüşünün içinde sadece griyi yaşadığımızı fark edebilmemizi umut ediyorum. Belki şu an burada fiziksel bir gerçeği kendimce edebi bir dil ile süslüyor ya da süslemeye çalışıyorum. Bu nedenle renklerimin,  zaman zaman bir masalın içinden çıkarken zaman zaman sadece bir biyografi niteliği taşıyacağını düşünüyorum.

Öyle bir biyografi olacak ki; yazılan bütün hayatlar,  bütün insanların yada bütün insanlığın yaşadıklarını kapsayacak olmasını hayal ediyorum.  Ama biliyorum ki hiçbir zaman yaşanma ihtimali olan ama yaşanmamış bir olaydan bahsedebilecek kadar sanat özelliği taşıyamayacak renklerim yani cümlelerim ve dahi hikayelerim.  
Sadece fiziksel dünyada değil sosyal ve kültürel dünyamızda da renkler sandığımızdan çok daha önemli bir yer kaplamaktadır hatta tarihimize baktığımız zaman bazı kutsallarımıza renk atfedip bazı renkleri kutsallaştırdığımızı görmekteyiz. Mesela kutsallık atfedilen mekanlar olan türbelerin neden hep yeşil olduğu hiç aklımıza gelmiş midir? Türbe yeşili diye özel bir yeşille bezenmiştir bütün kutsal örtülerimiz. Dünyanın neresine gidersek gidelim islamın rengidir yeşil. Hatta islamdan önce yeşil taşlara kutsallık atfetmişizdir, günümüze bu taşlar  dilek taşları şeklinde yine kutsiyet atfettiğimiz mekanlarda.

Elbetteki yeşille mavinin karışı olan turkuaz rengini ve turkuaz taşına atfettiğimiz kutsallıkta unutulmamalıdır. Bizler için kutsal olan turkuaz rengi Amerikan Kızılderilileri içinde kutsallık taşımaktadır. Mesela turkuaz taşıyan kişilerin kemiklerinin kırılmayacağına inanırlar. Bu nedenle savaşa gidenler üzerlerinde bu taşı taşırlarmış. Bizde halen mavi boncuğumuz olan nazar boncuğumuzu halen üzerimizde gizli açık taşımaktayız değil mi?

Bazı kültürlerde bu kutsallıkların da günümüze festival olarak aktarıldığını görüyoruz. Son zamanlarda ülkemizde de kutlanılmaya başlanan Hint kültürüne ait holi festivali örnek verilebilir. Mültikültürel bir hal alan bu festival sekülerleşip dini bir ritüel olmaktan çıkıp kişilerin birbirlerine boyalar fırlattığı renkli bir gün olarak hafızalarda yeni yerini edinmektedir. Elbetteki kendi kültürümüz kendi renklerimiz kaybolurken hint kültürünün renklerini korumak üzerine yazılar yazmayacağım ama belki kendimize bir ayna olur ve çıkarmamız gereken dersleri çıkarır ve renklerimize sahip çıkmanın bir yolunu ararız. Aslında binlerce yıldır sözlü kültürle aktarılan bilgilerin, bilginin bu kadar kolay depolanıp organize edilen ve saklanabilen bir devir de bunca dejenere olması da ayrıca üzücü bil hal almaktadır. Belki bir başka yazımızda bu konuya daha ayrıntılı örneklerle değinebiliriz.


Ama kaldığımız yerden yani renklerden ve hayatımızdaki kapladıkları alanlardan devam edersek; renkleri hayatımızdan çıkardığımız zaman geriye neredeyse hiçbirşeyin kalmadığını görmekteyiz. Renkleri hayatımızdan çıkarmayıp anlamlarını yitirdiğimiz zaman da en az o kadar acı sonuçlar doğuracaktır ve bu sonuçların farkına ancak uzun zamanlar sonra belki de bambaşka kuşaklar farkına varacaktır. Bu köşemizde kendimizce, elimizden geldiğince renklerimize sahip çıkmaya çalışcağız.

Aslında renklerin önemini bir gün evimizden iş yerimize giderken bile anlayabilmekteyiz.  Çevremize biraz dikkatle baktığımız zaman sosyal yaşamımızın tamamen renklerle düzenlendiğini görmekteyiz. Kastımız sadece trafik lambaları ve levhaları değil elbette, yada devlet kurum ve kuruluşlarının kurumsal renkleri de değil. Bazen kime güvenip güvenemeyeceğimizin kararını bile kişinin üzerinde taşıdığı renklere göre veririz. Bir düğüne, bir toplantıya, bir mülakata giderken kullanacağımız renkleri özenle seçeriz. Markette beslenme ürünlerinin paketleri tamamen renklere göre dizayn edilmiştir. Fark etmeden renk kodlarımızı reklamlar ve ambalajları için kullanılmaktadır. Ufak bir örnek vermek gerekirse doğa da mavi meyve olmadığı için mavi renkli gıda boyası ile yapılmış şekerlemeler diğerlerine nazaran daha az tüketildiği ölçülmüştür. Ayrıca sağlığı vurgulamak için diyet ürünlerinde yeşil ve mavi ambalajlar tercih edilmektedir. Kırmızının iştah açtığı bilindiği için bazı ürünler için kırmızı ambalaj özellikle tercih edilmektedir. Sadece besin maddelerinde değil tüm alışverişlerimiz ihtiyaca göre kodlarımız üzerinden ambalajlanıp pazarlanmaktadır.  Dahası devletler kendilerini renklerle kodlamaktadır. Unutulmamalıdır ki bayraklardaki tüm renklerin bir anlamı vardır.  Ben de bu köşe de yazılarımdaki renklerimi özenle seçmeye gayret edeceğim. Son olarak İngiliz yazar Joseph edisonun da dediği gibi renkler her dili konuşurlar diyerek her dilden her gönülden her telden yazmaya çalışacağım.