Düşünüyorum: O‟ndan evvel zaman var mıdır?
Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıdır?
Necip Fazıl KISAKÜREK
Belki de ilk bakışta sadece başkalarının ne gördüğüne olan meraktı ayna ama Halil Cibran’ın felsefesine evrildi zamanla. “Güzel bir aynada kendini seyreden sonsuzluktur .” Bu güzel aynalar Necip Fazıl’ın “Aynalar” şiirinde yolunu kesen aynalar mıdır bilinmez ama dünyamızda başlayan hayatın aynada devam ettiği aşikar. Sadece kendimizi tanımamıza değil dünyamızı tamamlamamıza da araçtır ayna. Eğer gördüklerimizle var oluyor, gördüklerimizi var ediyorsak; bakamadığımız yerdir, bakamadığımız şeydir ayna. Bu da bizi sonsuz ihtimale götürür. Bu hafta bu sonsuzluğu arayacağız aynalarda, aynalarca. Ne de olsa bir tecelligahtır ayna.
Eski Türkçesi gözgü, Arapçası mir'ât, Farsçası âyînedir aynanın ve birçok dilde, birçok kültürde çeşitli manalar ve hatta kutsiyetler yüklenmiştir aynaya. Edebiyat ve felsefe için inanılmaz bir kaynaktır; mitolojik yönü ile tarihin derinliklerine ait, icatlarda çeşitli şekillerde kullanılması ise geleceğe dönüktür ayna. Felsefi açıdan bakıldığında varlığı anlamak ve anlatmak için kullanıldığı gibi yokluk düşüncesinin de ispatıdır aslında. Çünkü bir yokluğu sonsuza kadar çoğaltabilir ayna. Tek bir yüzeyde bütün bilineni, bütün bilinmeyeni, bütün bilimi taşır aslında. Mevlananın mesnevisinde dilenci Hz. Yusuf’a “Varlığın aynası nedir? Yokluk. Varlık yoklukta görülebilir; bir yerde yokluk, noksan var mı? Orası, bütün sanatların, hünerlerin aynasıdır” der ve o meşhur aynayı hediye eder. Ve yaşamışlığımızın ne kadar yok olduğunu, sadece aynada ki bir görüntüden ibaret olduğumuzu, asıl olanın başkası olduğunu ve aslında elimizi uzattığımız hiçbir şeye gerçek anlamda dokunamadığımızı vurgular belki de. Bir aynanın içine hapsolmuş görüntüleriz demenin en naif şeklidir bu da. İşte bu noktada varlıktaki yokluğa ya da yokluktaki varlığa yolculuğumuzun en güzel aracıdır ya da yolculuğun ta kendisidir ayna.
Bu karmaşıklığın bizi eski yunan filozofu Zenon’un 3 hareket ilkesinden biri olan Aşil paradoksuna getirmesi ne kadar anlatılabilir bilmiyorum. Ama çok kısaca bahsetmek istiyorum. Zenon, yunan savaşçısı Aşil ile kendisinden bir adım önde yarışa başlayan kaplumbağayı yarıştırır. Bu paradoksunda, Aşil’in asla kaplumbağayı geçemeyeceğini iddia eder. Çünkü Aşil’in kaplumbağa ile arasındaki mesafenin her seferinde yarısını kat ettiğini düşünür o mesafenin sonsuza kadar bir yarısı olacağını iddia eder. Aslında aynalardan bahsederken bu konuya beni getiren şey 2005 yapımı kanıt filminin bir sahnesidir. Karşılıklı duran iki bilim insanından biri diğerine asla tam olarak bana dokunamazsın der ve Zenon’un Aşil paradoksuna gönderme yapar. Aramızdaki mesafeyi her seferinde yarıya indirsen bile sonsuza kadar aramızda bir mesefa kalacaktır der bilim insanı bir diğerine. Zenon’dan günümüze ilerleyen matematik bilimi bizleri ne noktaya getirdi bilmem ama insanın insana asla dokunamayacağını söyleyen bu sahne beni aynalara getirdi. Çünkü aynadaki görüntüye de asla dokunamayız. Ve şimdi bugün burada aynayı yazarken aslında tasavvufta çok yer eden ayna fikrinin fiziksel dünyada da aynı olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Acaba kocaman bir aynanın içinde yaşayıp; hepimiz birbirimizi aynaların arkasından tanıyıp aynanın arkasından görüp aynaların arkasından sevip aynaların arkasından mı nefret ediyoruz? Asıl olan biziz geriye kalan her şeye aynadan mı bakıyoruz acaba? Ya da gerçekten sadece asıl olanın görüntüsünü mü yaşıyoruz da farkına varamıyoruz? Ve eğer öyleyse koskoca bir muhakeme salonudur dünya ve bir mahkeme salonudur ayna. Yunus Emre nin de dediği gibi “ Eğer ayine bin olsa bakan bir / Gören bir, görünen bin, bin göründü.” Ve bu dünyada gördüğümüz kendimizden başkası değil midir acaba?
Bu da bizi başladığımız noktaya; Necip Fazıl’ın 1938 yılında, yani 34 yaşındayken yazdığı şiiri “Allahın sevgilisi” şiirine getirir mi acaba? “Hakikatler boşluğa bakan aynalar mıdır?” gerçekten. Boşluğa bakan bir ayna sadece sonsuz bir boşluğu gösterir ve daha önceki yazımızda da dediğimiz gibi boşluk asli unsurdur geriye kalan her şey tamamlayıcı olmaya mahkumdur. Belki mitolojideki tanrılarda elindeki aynaları sadece bize bunu anlatmak için tutuyordur. Aslında bu dünya hayatının sadece bir görüntüden ibaret olduğunu, asıl olanı görmeyi sadece bakmayı bilenin başarabileceğini söylüyordur.
Çorumdan yazan biri olarak yazılarıma bu topraklardan da bir şeyler katmak istiyorum. Ne de olsa bir dönemin imparatorluklarına başkentlik yapmış bir şehirden yazıyorum ve yazılarıma bu ruhun karışmasını istiyorum. Hitit mitolojisinde de diğer pek çok kültürde benzerleri olan bir hikaye olmaması zaten düşünülemezdi. Eski yunan mitolojisinde kader iplerini eğiren moiraları belki duymuşsunuzdur. Hititlerde de buna benzer bir görev ve bu görevi üstelenmiş iki yer altı tanrıçasından bahsedilir. İstustaia ve Papaia. Bu tanrıçalardan biri elinde kader ipleri ile diğeri ise geniş bir ayna ile tasvir edilir. Kader ipine tutulan ayna acaba bu dünya hayatı mıdır? Kaderine sadece bir aynadan bakabilirsen onu yeterince iyi görebilirsin mesajı mıdır? Yoksa sadece yılların hesabını tutan muhasebeciler midir aynalar bilinmez ama -Nazan Bekiroğlu Yusuf ile Züleyha kitabında bambaşka bir şeyi anlatmak için demiş bile olsa-binlerce yıllık görüntünün yüzlerce yıllık yorgunudur aynalar. İşte belki de tam da bu noktada birinin diğerine ayna hediye etmesi sadece hediye edilene güzelliğini anlatmak için değildir de “yoruldum artık ne olur beni de gör demektir” bir bakıma. Kaderini kaderime yaz demektir ayrıca. Görmediklerimizi, görmemezlikten geldiklerimizi, görmek istediklerimizi görebildiğimiz bir hafta; görmenin değerini anlayabileceğimiz bir ömür diliyorum. Hiç görenle görmeyen bir olur mu?
De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” Enam 50.