Yaz mevsimi topladı valizini gidiyor. Geldi yine iki gözümüzün çiçeği eylül ayı. Okullar açılacak, kırtasiyeler bir süreliğine ülkenin en kalabalık mekanları olacak.
Kırk yıl sonrasının cumhurbaşkanı tam da bugünlerde ilkokula başlayacak. Böyle söyleyince kulağa tuhaf geliyor değil mi? Oysa durum tam olarak bu. Biz anneler, babalar, öğretmenler, komşu teyzeler, sokaktaki amcalar olarak hep beraber gelecek nesilleri yetiştiriyoruz. Her yıl bugünlerde elimize işlenmemiş tazecik beyinler geliyor. Koca bir toplum olarak onları birlikte şekillendiriyoruz.
SİSTEMİN İÇİNDESİNİZ
Hani altın günlerinde, kahvehanelerde, arkadaş sohbetlerinde, sosyal medyada, orada, burada, her yerde, sürekli söylediğimiz, şikâyet ettiğimiz o ‘Eğitim sistemi’ var ya; işte o biziz!
Bir yerlerde gizlenmiş, ne yaparsak yapalım kötüye giden, üstelik de bilinmez güçler tarafından ülkemize bırakılıp kaçılmış bir canlı değil bu ‘Eğitim sistemi’ hepimiz onun birer parçasıyız.
Eğitim sistemi deyince aklınıza, müfredatlar, dersler, sınavlar, puanlar, notlar vs. geliyor ve illa ki eğitimle ilgili bir meslekte çalışıyor olmanız gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz. “Öğretmen değilim, öğrenci değilim, müdür değilim, bakan değilim; ben bu sistemin neresindeyim?” diyebilirsiniz.
Bir çocuğunuz varsa, bir veli yahut veli adayı olarak sistemin zaten tam içindesiniz demektir. Fakat ülkenin geleceğini şekillendiren eğitim sisteminde olmak için mutlaka veli olmanız yahut bir çocuk sahibi olmanız gerekmez. Bir meslek sahibi olmanın, iyi bir insan olmaktan önemli olduğu algısına hizmet ediyorsanız da bu sistemin içindesiniz demektir. “Falancanın oğlu doktor olmuş, sizinki nereyi kazandı?”, “Top koşturup ne yapacak, mühendis olsaydı”, “Şiir mi yazıyor, matematiği kaç, matematiği?” diyerek toplumdaki başarı algısının şekillenmesinde rolü olan herkes bir çivi çakıyor ‘Eğitim sistemi’ dediğimiz binanın inşaatına.
HER ÇOCUĞUN KENDİ HİKAYESİ VAR
Kalabalık bir grupta “Kendini başarılı bulan var mı?” sorusunu sorsak, çok az kişi olumlu cevap verecektir. Çünkü toplum olarak başarıya bakışımız, başarı algımız oldukça sıkıntılı. Başarının mutlaka somut bir şekilde ölçülen, numaralandırılmış bir şey olduğu yanılgısı içindeyiz. Yolda gösterilen gayret ve çabanın da başarıya dahil olduğunu, her çocuğun kendi şartları, kendi hikayesi, kendi yetenek ve becerileri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini unutuyor, ülkece balıklarla zürafaları aynı yarışa sokuyoruz.
Oysa balık denizin içinde balıktır. Orada yüzer, tüm hünerlerini gösterir. Onu denizden çıkarıp, çık bakalım şu ağaca, çıkamazsan başarısızsın diyemeyiz.
Çocukları ilgileri, becerileri, yetenekleri doğrultusunda yönlendirmeli, destek olmalıyız. Oysa biz onları bireysel farklılıklarından -tam da en ihtiyaç duydukları zamanda- uzaklaştırabildiğimiz kadar uzaklaştırıyoruz.
Asker gibi tek tip, aynı giyinen, aynı düşünen, aynı başarı kriteri peşinde koşan bir ordu yetiştiriyoruz. Farklılıkları ortaya çıkarmak şurada dursun duymaya bile tahammülümüz yok.
AYAK UYDURUYORLAR
En başarılı diye addettiğimiz çocuklar aslında sisteme en iyi ayak uyduranlar. Kendisinden istenen kadar soru çözen, kendisinden istenen puanı alan çocuklar.
İşte bu çocuklar edindikleri meslekleri icra ederken de sisteme en iyi şekilde ayak uyduruyor. Gördüğü yanlışı dile getiremiyor. Farklı pencereden bakamıyor. Belediye başkanı oluyor ama çözüm üretemiyor. Doktor oluyor ama iletişim kuramıyor, mühendis oluyor ama yaratıcı olamıyor. Hukukçu oluyor ama kendini ifade edemiyor.
Öğrencilerine şiir yazdırmak isteyen, tiyatro oynatmak isteyen, kendini ifade etmesine olanak sağlamaya çalışan öğretmenlere “Sosyal aktiviteye vaktimiz yok, sadece test çözecekler” diyen idareciler var çünkü hemen her okulda.
Öğrencilerinin tüm ihtiyaçlarını karşılamak isteyen, onları yarıştırmaktan kaçan, çarkının dişlileri arasında ezilmesine müsaade etmeyen öğretmenler de diğerlerinin mahalle baskısın altında eziliyor.
“En başarılı öğrenci benim olsuncu öğretmenler” ile “En zeki çocuk benim olsuncu ebeveynler”in arasında kaybolup gidiyorlar.
Çocuğunu bu çılgın yarışa sokmak istemeyen ailelerin ise -ki sayıları çok yüksek değil- hiç şansları yok.
NE YAPIYORUZ?
Toplum olarak hep en iyiyi isteyen, bunun için çocuklarımızın mutlu bir insan olma, iyi bir insan olma ihtimalini elinden söküp alan anne-baba, öğretmen, idareci, komşu, akraba vs. topluca suçluyuz.
Mesleklere tapan, kariyeri şahsiyetten önemli sayan ve böyle böyle çocukları, gençleri zehirleyen kim varsa bu suça ortak.
Herkes çocuğu doktor, mühendis, avukat olsun istiyor.
Düşen arkadaşına yardım eden, öğretmenine selam veren, yerdeki çöpü alan, şiir yazan bir çocuk hiçbir zaman matematik netleri yüksek olan bir çocuk kadar kıymetli olmuyor.
Ülkece en mahir olduğumuz şey eleştirmek, çözüm üretmede ise oldukça yetersiziz. ‘Sistem de sistem’ diye sabah akşam yerden yere vurduğumuz şey için bireysel olarak ne yapıyoruz? Hep bir sihirli değnek gelsin ve her şey mükemmel olsun istiyoruz. Tıpkı filmlerdeki gibi…
Öğrencilerin hayatını değiştiren öğretmenler konulu birçok film var ve bu filmlerdeki öğretmenler hep farklı, sıra dışı ve yaratıcı olurlar. Okula gelirler ve bir anda işler değişir, adeta bir sihirli değnekle çocukların hayatını değiştirirler.
YOLUNUZU KENDİNİZ ÇİZİN
Farz edelim kendi filmimizin baş rolündeyiz. Bir öğretmeniz yahut bir anne ya da gözleri parlayan bir çocukla konuşma şansı bulmuş herhangi biri… Şuraya bizim filmden bir replik bırakıyorum; o çocuklar için söyleyeceğimiz bir şeyler olmalı, belki de kırk yıl sonrasının cumhurbaşkanıyla konuşuyoruzdur.
“Kendi başarı ölçütünüzü kendiniz belirleyin.
Kendinizi tanıyın, inanın ve sevin.
Hayallerinize ket vurulmasına izin vermeyin.
Herkesin başarılı olabileceği bir alan mutlaka vardır.
Matematikte iyi olmak tek başına bir ölçüt değildir.
Arkadaşlarınla iyi anlaşan, çevrende sevilen, çabuk iletişim kuran, kendini iyi ifade edebilen biri misin? Öyleyse sosyal zekân oldukça yüksek demektir. Kim sosyal zekanın dil zekasından ya da sayısal zekadan daha önemsiz olduğunu söyledi ki?
Sistem farklı ilgi alanları ve farklı zekâ türleri olan çocuklardan aynı oranda ve aynı ölçüte göre başarı bekliyorsa bu senin suçun değil.
Her ne olursa olsun sen çok özel ve biriciksin.”
Belki bu eylül, bir çocuğun hayatı değişir, olamaz mı?