Bir İlahi Beste

Gülfidan Çalışkan

Bir haberin gelse iki satırlık
yüreğim birdenbire kanatlanır yücelir
bir martı gibi çıkar kapına gelir
sakın yazma. 
Yavuz Bülent Bakiler

Yıllar yıllar evveldi. Şu an çok uzaklarda olduğunu, üzerinden onca matematiksel vakit geçtiğini bilmesem çok da uzak kalmış bir evvel olacağına da inanamayacağım kadar bir evvel yani. İnsan ömrünün ne denli hızlı akıp gittiğini ayineler hatırlatır bazen. Bazen eski resimler. Yaşarken fark edemez belki insan elinden kayıp giden zamanın kıymetini. Hele ki çocukken bir dağ gibi büyür önünüzde sanki zaman. Gençken yine benzer şekilde bereketli görünür. Sonra bir bakarsınız ardınıza masallardaki gibi bir arpa boyu yol almış olursunuz, çoğu zaman karşılığında içine ele avuca sığmaz bir çocukluğun, gençliğin sığdırıldığı. Geçer geçmez sandığınız ne varsa derler ya hep, o misal. 

ÇOCUKLUK GÜNLERİM 

İşte ben de çocuktum bir zamanlar. Hatta ruhumda hala kalıntıları, izleri vardır bedenimde olmasa da. Bizim çocukluğumuz da bu çağın çocukluğuna benzemez bilir çağın ötesinde çocuk olanlar. Teknolojinin en güzel vakitleri esaret altına almadığı dönemler. Henüz çocuk seslerinin sokaklardan çalınmadığı, insanlara saygının özgüvenin yanlış anlaşılmasına kurban bırakılmadığı, komşuya güvenmenin sakıncalı sayılmadığı, kardeşliğin, yardımseverliğin, hizmet etmenin ve hoş görmenin ‘enayilik’ sayılmadığı zamanlardı. O zamanlar komşu evler şimdinin siteleri gibi tel örgülerle, büyük duvarlarla ayrılmazdı zaten birbirinden. Her ne varsa paylaşılırdı çoğu zaman. Dünyada en çok okunanlar listesinde her zaman yer alan Küçük Prens’in dediği gibi; “Kıtlık ekmeğin paylaşılmasına yol açar. Ekmeğin paylaşılması ise ekmekten daha tatlıdır!” Evet hayatın tadı tuzu olurdu o vakitlerde de paylaşmak. Bazen komşuda pişen bir yemeği, bazen sevinci, kederi, bazen ümidi. Paylaşmak çoğaltırdı mutluluğu, huzuru bereketlendirir; acıyı, hüznü azaltırdı. Tabii paylaşmak derken bugünün manasıyla, yediğin, içtiğin, güldüğün, sevindiğin, kısaca her ne yaptıysan yerli yersiz, hayatın anlamlı anlamsız her anını yani, sosyal medyada paylaşmak değildir tasvirim. Zira o paylaşmak da değildir zannımca. Çünkü paylaşmak deyince payın da paydanın da bir miktar sahipliği söz konusudur. 

TURUNCU’NUN ZARİF KÖŞESİ 

İşte o vaktin çocuklarıydık biz. Paylaşmayı en erken vakitlerde yaşayarak öğrenen ve paylaşırken de kimseler incinmesin diye verdiğini sır bilen kadim zamanların şanslı çocukları. Bir top yeterdi bir mahalleye tüm çocukların mutlu olması için. Şimdi bir çocuğa onlarcası yetmezken. Yoktu o vakit bilgisayarlar, internetler, televizyonlarda sayısız kanallar. Akıllı telefonlar yoktu. Kendi aklımızla idare ederdik dünyayı mecburen. Başka zihinlerin kurduğu oyunlara teslim olmazdık, kendimiz kurardık oyunlarımızı adilane kurallarıyla. Öldürücü değildi oyunlarımız bile, en fazla yanardık. Kim kazanırsa kazansın o sevinci de onunla paylaşırdık. Okullarımıza servisle değil dostlarla giderdik ve yol yormazdı bizi yokuş da olsa muhabbetle yorgunluğu bile paylaşırdık. 
Elbette bugün hayatımızı kolaylaştıran yüzlerce güzelliği de inkâr edemeyiz, etmeyiz. Her neyse çağın gereği, gelişmişlik adına ulaşmak gerekir biliriz. Hızla ilerleyen bilim-teknoloji insana faydayı ve insanlığı öncelik aldığı sürece başımız üzerinde yer bulur. 
Bu mevzuda söz uzar da uzar, lakin bilinir ki bu köşe ‘Zarif köşesidir’ Turuncu’nun. 

ŞİİRİN YERİ AYRI 

Ben yine döneyim zarif mevzuma... Bu ay ben de neyi paylaşacağıma karar veremedim bir türlü. Sonra bir haber işledi içime. Pek kıymet verdiğim bir şairin hastalık haberi. Sonra düşündüm ‘Neden hep kaybedince yazıyoruz övgüleri?, neden hep ölünce kıymet bulsun ki?. Hazır hayattayken ve bir ihtimal okuyup haberdar olacakken hakkını teslim etmiyoruz’ diye. Bu içgüdüyle kalemimi ruhuma iz bırakan bir şaire çevirdim ben de. Yavuz Bülent Bakiler’e. 
Velhasıl çocuktum ve bizim çocukluğumuzda vakit geçirmek için en kıymetli etkinliklerden biri de okumaktı. Öyle kolay değildi aradığın her kitabı hemen buluvermek. Benim de en doyumsuz zevklerimdendi kitaplar. Babam kültür bakanlığının kitaplarından getirirdi. Hiç unutmam bir halk edebiyatı kitabı getirmişti içinde türküler, maniler, ninniler yer alan. Daha sonra üniversitede ders kitabı olarak okuttular. Eş dost da bildiğinden huyumu sık sık kitap getirirdi hediye. Ha bir de kompozisyon yarışmaları vardı kitap ödüllü. Hele bir de kitap karşılıklı çek verdiler mi değmeyin keyfime! Öyle öyle oluşturmuştum çocukken küçük kütüphanemi. İnsanlardan kaçmak diye bir tabir olmasa da o günlerde kitaplar da güzel dostlar, sırdaşlardı. Şiirinse apayrı bir yeri vardı gönlümde. 

KOMŞU ZİYARETİ 

Şiire merakım ne vakit başladı bilmem. Hani caizse tabiri, kendimi bildim bileli demeliyim. Annem bir gün bir akrabamıza götürmüştü beni. İhtimal okuma yazmayı bile yeni kuvvetlendirmeye başlamıştım. İki ya da üçüncü sınıf. Annemler muhabbet ederken ben can sıkıntısıyla diğer odadan gelen sese yöneldim merakla. Baktım bir amca adını sonradan öğrendiğim bir daktilo başında bir şeyler yazıyor. Beni görünce ‘Gel bakalım’ dedi kalın gözlüğünü burnunun üzerine indirerek “Kitapları sever misin?” diye sorunca ‘Evet’ dedim. “Peki şiiri?” dedi. ‘Severim’ dedim. Hatta ezberimdeki bir şiirden birkaç satır okudum. “Aferin” dedi ve rafta duran ince bir kitabı uzattı bana. “Al hediyem olsun, biraz büyüyünce okursun” dedi. Baktım kitabın üstünde Sibel’i Tanır mısın? yazıyor. Pek bi heyecanlandım çünkü en yakın arkadaşımın adıydı Sibel. Hatta kan kardeşimdi. Sevindim, arkasında da amcanın resmi ve adı vardı. Sıtkı Onbaşı. Şaşırdım ‘Hepsini sen mi yazdın?’ dedim. Gülümsedi. 


Bir çocuk kalbinin saflığıyla büyümeyi bekleyemedim okumak için, her bir şiiri tane tane okudum. Bir kaçı hafızama kazındı. 

“Seni tanımadan evvel, aşk benim için avare bir ıslıktı Sibel,
Şimdi ilahi bir beste gibi onun yanık havasını dinliyorum…”

Belki de hayatımın ilk ezberiydi bu dizeler. Aşkın ilahi bir kudrete bağlılığını bu dizelerden öğrendim, belki öğrenmek değil de bellemekti benimki. Derler ya hani belleğe almak kaydetmek gibi. İlerleyen yıllarda Sıtkı amcanın vefatını duymuş annemin bile şaşkınlığını celp edecek derecede üzülmüştüm.
Bu benim ilk şiir kitabımdı. Ardından nerde şiir kitabı görsem alırdım. Tabii her şiir aynı sesi vermezdi ruhuma. Ortaokul yıllarında Necip Fazıl’ı tanıdım. Onun şiirleri şiire olan zevkimi artırmıştı. Artık hem okuyor hem de yazıyordum. Derken halamın oğlu bana bir kitap getirmişti hediye. Adını daha önce hiç duymadığım bir şairden . Yavuz Bülent Bakiler’den, kitabın adı: Yalnızlık 

Gurbetin cemresi düştü içime
Karardı yine gökler 
Yalnızım, bu şehirde yapayalnızım
Ne ben kimseyi beklerim ne kimse beni bekler. 

Ayrılık bir sızı gibi nabzımda
Ve şakaklarımda domur domur ter
Her derdi çekmeye razıyım amma 
Bulaşmasaydı keşke dudaklarıma;
Bu isimsiz paramparça türküler…

Şairin dediği gibi oldu. Benim dudaklarıma da bu ismi olan şiirler takıldı parça parça.  Sonra “Cebeci İstasyonunda Bir Akşamüstü” şiiri. Şairin hayat hikâyesinin bir kesitiydi bu şiir sonradan öğrendim. Yüreğime dokunuşunun gerçekliğinden yola çıkarak… Ankara’yı bu şiirle merak ettim biraz da. O vakte kadar hep İstanbul’a veya İstanbul’da yazılırdı şiir. Aşkın da şiirin de Ankara versiyonu yokmuş gibi.

Şimdi, şimdi seni düşünüyorum
Cebeci yollarında rüzgârlar esiyor, serin
Paramparça düşmüş gönül ufkuma
İki yıldız gibi gözlerin
Gel Ey ciğerime saplanan hançer
Gel ey yüreğime oturmuş kurşun
Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan
Gel artık
Ne olursun!


Sonra söyledim halacığımın oğluna şairi ve eserini çok beğendiğimi. Birkaç ay sonra ikinci kitap geldi: Duvak. Adetimdir ne zaman bir kitap okusam bir paragraf, bir cümle; şiirse bir dörtlük yahut bir dize bazen tümünü bir şiirin o kitaptan hatıra olarak seçerim kendime. 

Anladım faydası yok uzak kalmanın artık
Seni kader çizgisiyle alnıma yazan haktır.
Unutmak ne mümkün gözlerinin rengini, 
Seni çılgın gibi sevmek yaşamaktır.
Bir serin rüzgarsın yüzüme vuran
Yüreğimi yakan bir avuç korsun.
Gökler biliyor sevdamı, taş duvarlar biliyor
Sen bilmiyorsun.

Duvak’tan kalan hatıraydı gönlüme. 
Ömrü uzun olsun halacığımın oğlu Hasan’a bir mektup yazıp da merhum Abdürrahim Karakoç’un Hasan’a şiiriyle teşekkürümü eda edince buna mukabil üçüncü kitabına da hak kazanmıştım tarafından hediye. Bu sefer Seninle kitabı.
Hala ezberimde Şaşırdım Kaldım İşte şiiri:

Şaşırdım kaldım işte bilmem ki nemsin 
Bazen kız kardeşimsin bazen öp öz annemsin 
Sultanımsın susunca konuşunca kölemsin 
Eksilmeyen çilemsin orada ufuk çizgim 
Burda yanım yöremsin beni ruh gibi saran 
Sonsuzluk dairemsin çaresizim çaremsin 
Şaşırdım kaldım işte bilmem ki nemsin

Bir şairin, sanat yolunda adım adım ilerleyişine ortak olmaktı benimki müthiş bir zevkle. 
Sonra üniversite yılları ve Ankara düştü kader çizgimizde payımıza. Bu üniversite yıllarında Harman’ı ve diğer eserlerini de tanıyacaktım. Bir gün kendini de tanıma mutluluğuna erişeceğimden bihaber. Üniversite panosunda bir afiş: Türk Ocakları Derneği’nde Yavuz Bülent Bakiler ile söyleşi. Fakülteden arkadaşlarla gittik. Samimi içten bir ortam. Kır saçlı bir beyefendi. Şiirleri kadar naif belli. İnsan hani yıllardır tanıyorum hissine kapılır ya benimki histen öte. Özdemir Asaf’ın dediği gibi: “Her insanın bir hikâyesi vardır ama her insanın şiiri yoktur.” diye doğrudur ve bir insanın hikâyesini bilmekten de evladır bence o insanın şiirini bilmek, anlamak. Öyle yakından biliyorum sanki. Gerçi hikâyesini de anlattı aşikâr olmasa da. Derken söyleşi bitti, kalabalık dağıldı. Birkaç arkadaş kaldık. Ne vakittir hasretini çektiğimiz bir dostla hasbihal eder gibi uzun ve güzel bir sohbete daldık. Ben o vakit öğrendim İsmimdeki ‘Gül’ lafzının manasını. “Aziz atalarımız erkek evlatlarına peygamber efendimizin ismini koyarken kız çocuklarını da bu şereften mahrum etmemek için efendimizin simgesi ve kokusu olan gül ismini koyarlarmış. Bu sebeple içinde gül lafzı geçen her isim güzeldir” demişti sohbet esnasında ve ben ismime ayrı bir hürmet duymuştum. Yıllar geçti bu sohbetin üzerinden. Sonra Harman adlı kitabı yerini aldı kitaplığımda. Başka şairlerin kitapları da eklendi. Zaman zaman yeri değişti kitapların kütüphanemde, lakin bu naif şairin ruhuma attığı imzanın izi hiç değişmedi. 
Saygı ve hürmetle…