18. Yüzyılda Fransa’da yaşanan bir askeri casusluk davasını günümüzde hala konuşulan, üzerine filmler yapılan, romanlar yazılan bir davayı, İnsanoğlunun adalete, hakka olan inancını diri tutan, örneklerinin halen yaşandığı, kanattığı, zarar verdiği benzer olaylara rağmen umudu yeşerten bir başyapıtla anlatacağım “Dreyfus” olayını sizlere.
Dünya edebiyatının en ünlü yazarları arasında yer alan, natüralizm akımına öncülük eden Émile Zola’nın yaptığı haberler yüzünden yıllarca yargılandığı, ülkesini terk etmek zorunda kaldığı “Fransız Aydınlar Dilekçesi” olarak da geçen dönemin Fransa Cumhurbaşkanına yazdığı mektubu “Suçluyorum” (J’accuse), adalet, hakikat arayışının sembolü olarak günümüze uzanıyor.
Zola’ya bunları yaptıran sebeb; 1894 yılında genelkurmayda çalışan Yahudi bir Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un bazı Fransız silahlarının yeni teknik özelliklerini Almanlara bildirmekle suçlanarak vatan haini ilan edilip, Guyana’daki Şeytan Adası’na müebbet hapis cezası ile gönderilmesiyle devam eden bir davadaki haksızlıklara tepki gösterme isteğiydi.
Peki, Dreyfus Davası’nın dünya tarihinde yer etmesinin sebebini bir askerin haksızlığa uğraması olarak görmek varken; Dreyfus’tan önce de sonra da haksız yere suçlanmış, işkence görmüş, hapse atılmış, öldürülmüş birçok asker varken, Dünya tarihinde bu kadar yer edinen ne oldu da 2021 yılında biz hala Yüzbaşı Dreyfus’u konuşuyoruz?
Kısaca anlatmak gerekirse; casuslukla suçlanan Binbaşı Dreyfus’un suçsuz olduğu anlaşılmış fakat dini ve etnik nedenlere bu gizlenmek istenmişti. Tam da o sırada bir haykırış; Fransa sokaklarında dalga dalga yayılmıştı:
“Gerçeğin ışığına olan tutkumdan başka hiçbir şeye tutkun değilim. İnsanlık adına çok acılar çekmiş ve mutluluğu hak etmiş birisi olarak size sesleniyorum: Bu yazdıklarımdan dolayı beni mahkemeye çıkarın ve gerçekler gün ışığına çıksın. Bekliyorum.”
Bu haykırışın sahibi Emile Zola;
“J’accuse! / Suçluyorum!” başlıklı makalesi ile yüzbaşının masumiyetini savunuyor, genelkurmayı ve yargıçları suçlayarak yeniden yargılanma istiyordu. Dreyfus’a ve onun suçsuzluğuna inanların vicdanının sesi olan Emile Zola ise bu yayınları yüzünden mahkûm edilmiş ve temyiz safhasından önce de İngiltere’ye sığınmıştı.
Dreyfus hapiste, Zola ise tüm zorluklara rağmen onun için mücadelesine devam ederken; Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkûmiyetine sebep olan elyazısının Binbaşı Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Hakikati ortaya çıkaran Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlarken, -kendi ifadesi ile- ‘yahudi olmasına rağmen’ Dreyfus’un masumiyetini de ortaya çıkarmıştı. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti.
Ve sonunda; Zola ve az sayıda arkadaşının destekleri sonunda üçüncü kez yargılanan Dreyfus bu kez beraat edip Binbaşı rütbesiyle orduya geri döndü. Yapılan haksızlığa karşılık kendisine Legion d’Honneur nişanı verilen Dreyfus 1.Dünya Savaşı’na katıldı ve 1935’te öldü.
Fakat; Legion d’Honneur nişanı alan Dreyfus hakkında Fransa ordusu onu suçsuz bir asker değil “affedilen” bir asker olarak görmüştü. Ve ne acıdır ki; Ordunun Dreyfus’u suçsuz ilan etmesi ölümünden tam 60 yıl sonra 1995 yılında, özür dilemesi ise 1997 yılında gerçekleşti.
Toplumu kutuplara bölen, yargının bağımsız olmadığını açığa çıkaran, dini ve etnik nedenlerle masum bir insana iftira atıp, cezalandıran sisteme karşı yiğitçe haykıran, hakikatin ışığını taşıyan bir aydının karşısında devletler bile duramaz! Nitekim Fransa Dreyfus Davası utancını Emile Zola gibi bir aydının sayesinde üzerinden atmıştır.
Zola’nın:
‘’Suçladığım insanlara gelince: onları tanımıyorum, hiçbir zaman görmedim, kendilerine ne hıncım var ne kinim. Benim için önemsiz varlıklar, toplumsal kötülük ruhlarından başka bir şey değiller. Burada yerine getirdiğim edimse, gerçeğin ve adaletin patlamasını çabuklaştırmak için başvurduğum devrimsel bir yol yalnızca.
Benim tek bir tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu hak etmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka bir şey değil. Beni ağır ceza mahkemesine çıkarmayı göze alsınlar ve soruşturma gün ışığında, apaçık yapılsın. Bekliyorum.’’ Sözleri, insanlık tarihinde yerini hep koruyacak, gerçeği bilip de gizleyenler karşısında ne pahasına olursa olsun hakikati savunan insanlar hep olacak ve bir kişinin bir ülkenin kaderini değiştirebileceği inancı ise hep taze kalacaktır.
Aziz YeniKapıHaber okuyucuları;
Gerçek adalet özlemi, haksızlık karşısında dik durabilmek -üstelik başkasına yapılan- tarihe mal olan adamları ölümlerinden sonra bile yücelikle andırıyor. Ne mutlu, Hakikat peşinde olanlara! Dünya var oldukça iyilikle anılan insanlara ne mutlu!
Baki selam ve sevgiyle...
Hamiş:
⁃ Aydın: Yaşadığı dönemde olaylara şahit olup haklıdan, mazlumdan, yana olan; haksızlık karşısında, zulüm karşısında korkup susmayan ve gerektiğinde bedel ödeyebilendir.
⁃ Dreyfus Davası’nın bir de filmini izleyelim derseniz eserle aynı isimle Roman Polanski yönetmenliğinde “J’accuse” yi tavsiye ederim. İzleyin, izlettirin hakikat ışığı daima yanmaya devam etsin.