Ahlakın, adaletin, aklın ve vicdanın entelektüeli Alev Alatlı son röportajlarından birini Turuncu Dergisi'ne verdi: 'Filistin için ne yapacaksınız?'

Kelebek Etkisi Söyleşileri, Batı'ya Yön Veren Metinler, Dünya Nöbeti ve Suç Ortağı Hollywood Kaan'ın Kitabı gibi kıymetli eserlerin yazarı, düşünce dünyamızın önemli isimlerinden Alev Alatlı dün yaşamını yitirdi. Bugün düzenlenen cenaze töreniyle ebediyete uğurlanan Alatlı'dan geriye ise ilham veren fikirleri ve çok değerli eserleri kaldı. Alev Alatlı'nın Turuncu Dergisi 2023 Kasım ayındaki söyleşisini bir kez daha yayınlıyoruz...

Alev Alatlı Turuncu Dergisi Söyleşisi (Kasım 2023)

Röportaj: Zehra Güveli

“Filistin için ne yapacaksınız?”

“Dünyayı bilmeyen dünyanın maskarası olur diyerek, kendi tabiri ile bir müze bekçisi gibi dünyayı ve Türkiye’yi tanımak için ömrünü adayan, elindeki tüm verileri topluma, insanlığa sunmaktan çekinmeyen takdire şayan bir isim Alev Alatlı.

Sayın Alev Alatlı sahip olduğu birikimi topluma aktarmaktan, sesli konuşmaktan geri durmayan, geçmişten bugüne Türkiye’ye pek çok alanda katkı sunarak kendini kanıtlamış bir üstat. Ülkemizde ve yurtdışında pek çok ödüle layık görülen Alev Alatlı, 1985 ve 1986 yıllarında Edward Said’in “Haberlerin Ağında Islam” (Covering Islam) and “Filistin’in Sorunu” (The Question of Palestine) başlıkları ile çalışma yapmış ve bu çalışmalarının sonucunda 1986’da Tunus’ta sürgünde olan Yaser Arafat tarafından “Özgürlük Madalyası” ile onurlandırılmıştır. 2014 yılında edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün de sahibi olmuştur. 2017 yılından beri Kapadokya üniversitesi mütevelli heyet başkanı olarak görev yapmaktadır.

“Kültür” bir toplum için neyi ifade eder?

Uluslararası akademik camia “kültür”ü toplumları oluşturan halkların doğru bildiklerinin, davranışlarının, maddesel üretimlerinin oluşturduğu bileşik bütün olarak tanımlar. Kuşaktan kuşağa nakil yoluyla aktarılır, öğretilir, paylaşılır, bütünleşirler. Dinamiktirler, zamana uyum sağlar gelişirler. Uzun soluklu kültürlerin asırlar öncesinden seslenen sembolleri vardır; tuğ gibi, sarık gibi. Bir de kurum kültürü dediğimiz oluşum vardır. Bir okulun, üniversitenin, sivil toplum örgütünün, mezhebin, tarikatın, siyasi partilerin, hatta meclislerinin kültüründen söz edilir. Kuleli Askeri Lisesi, İstanbul Üniversitesi, TUSİAD, Aydınlar Ocağı, Türkiye İşçi Partisi, kıraathaneler, tarikatlar, dernekler, külliyeler vb. kurum ve kuruluşlar, kendilerine özgü ritüelleri, değerleri, örgütlenme biçimleri ve yönetişim usulleri olan örgütlenmeler olarak milli bütünün parçaları, bileşenleri, işlevi görürler.

Türkiye üzerinde konuşacak olursak, bizim kültür kodlarımız neler, belirleyicimiz ne?

“Kültür kodları” ifadenizden, öne çıkan kültür bileşenlerimizi aradığınızı anlıyorum. Yanılıyor da olabilirim elbette ve fakat Türkçe yok oluyor diye kıvrandığımı bilirsiniz. Bugün burada sizin kod dediğinize benim bileşen diyor olmam, milletimizin bekası bağlamında hayati bir verinin bile adını koyamıyor olmamıza işaret eder ki, günün sonunda Türkçe çöplüğüne sizinki veya benimki fuzuli (superfluous) bir kelime daha ekliyoruz demektir. Yapmamak lazım. Antropoloji, malum bizimki dâhil dünya halklarının adetlerini, ananelerini, efsanelerini, mitolojilerini inceleyen bilim dalıdır; kültürel kodların yıllar içinde hiç birinin tamamiyle değişmediğini, insanoğlunun dünya görüşünün sıçramadığını söyleyenler antropologlar. Görülen o ki, kadim kodlar halkların belleklerine kazınıyor, hemen hiçbir zaman tamamen unutulmuyor, tarihi gelişmeler doğrultusunda biraz mevzi kaybediyor, şekil değiştiriyorlar. Bir örnek vereyim: bizim kodlarımızdan birisi de yöneticilerimizin kusursuz ahlâk sahibi olmalarıdır, değil mi? “Balık baştan kokar” derken aslında dile getirdiğimiz hüküm, “yöneticiler yolsuzluk yaparlarsa sıradan insanlar haydi haydi yapar” şeklindedir. Görün ki, bu hüküm Konfüçyüs’e (ölüm, M.Ö.479) tarihlenir. Lâfı nereye getirmeye çalıştığımı anlıyorsunuz. Kültür kodlarımızın layıkıyla saptanabilmesi özenli ve uzun araştırmalar gerektirir; yaşadığımız yıllara şöyle bir bakıp, milletimizin kültürel kodları olsa olsa bunlardır diye ahkâm kesersek, koca bir toplumu gelmişiyle geçmişiyle zan altında bırakırız. Bırakmak da kalmaz, birbirlerine düşman eder, dünyada yerini bulmasını da zorlaştırırız. Bana sorarsanız günümüzdeki kutuplaşma kaygılarının nedeni kurum kültürlerini göz ardı etmemizden kaynaklanmaktadır. Hayır, kutuplaşıyor değiliz, yaşadığımız bence çok geç kalmış bir rönesanstır. Olsun derim, geç olsun, güç olmasın.

Yaygın olarak kullanılan “Popüler kültür” ve “kültürel etkinlikler” diye iki söylem var. Sizce bu söylemler neye karşılık geliyor?

Ne “popüler,” ne de “kültür” sözcükleri Türkçe, yavrum. “Etkinlik” gibi, bunlar da anadilimizin nüfusuna kaydetmeye çalıştığımız kelimeler. Popüler kültür belirli bir dönemde rağbet gören inançlar; giyim, kuşam, moda gibi davranış tarzları, mimari, güzel sanatlar, müzik vb. üretim biçimleri. Bu çerçevede Türkçeye pop müzik der gibi, yaygın rağbet gören kültür olarak çevrilse yeri. Garip bir kavramdır, rağbette olmayan kültür ne ola ki diye sordurur. Lakin halkın bütününün rağbet etmediği, etmesi beklenmeyen kültürler de vardır. Az önce sözünü ettiğim kurum kültürleri ayrıksıdır, popüler kültürün bereketinden de nasibini almaz. Bu nedenle kültür bakanlıkları kurulur. Klasik dediğimiz oluşumlar himaye edilir, yaşatılmaya çalışılır. Doğru anlıyorsam, sizin “kültürel etkinlik” dediğiniz genelde rağbet gören kültürlerin dışında kalan meselâ bale kurum kültürlerine verilen devlet desteğidir. Verilmese ne olur diye iyi düşünmek lazım.

*Ülkemizde kültürel yozlaşma var” diye yükselen bazı sesler oluyor. Yargılayıcı bir üslup ve kuşatıcı da değil, en azından öyle bir his veriyor. Bu söylenenlerin haklılık payı var mı?

“Kültürel yozlaşma”nın iyi çalışılmış bir vakıa olmadığı kanaatindeyim, çünkü kültür kuşaktan kuşağa genler değil, nakil yoluyla aktarılan bir dinamiktir, zamana uyum sağlar ve değişir. Özellikle de kurum kültürleri dediğimiz alt kırılımlar güncel yaşama, ekonomiye, muassır medeniyete kısa sürede uyum sağlamak durumunda olduklarından hızla değişirler. Müzik aynı müzik değildir, mimari aynı mimari değildir, öğretim aynı öğretim değildir. İletişim teknolojisinin gelişmesiyle değişim daha da hızlanır. Yüz yıllar, on yıllara iner. Seksenler, doksanlar vb. dendiğini bilirsiniz, bu zaman dilimleri popüler kültürdeki değişimlere işaret ederler. Seksenlerde sehpaların üstüne serilen elişi danteller günümüzde artık serilmiyorsa, bu gözlem illâ da yozlaşma anlamına gelmez, değişiklik hatta belki de gelişim anlamına gelir. Aynı durum sanat, edebiyat hatta mutfak eşyası gibi bir takım teknoloji ürünleri için de geçerlidir. Bence yozlaşma sözcüğünden insanı insan yapan merhamet, sevgi, saygı gibi değerlerin yitirilmesini anlamalıyız. Dede Efendinin yerini mesela Sezen Aksu’nun almış olması ille de kültürel yozlaşma anlamına gelmez. Örnekler çoğaltılabilir.

Bireyin gelmesi gereken bir entelektüel seviye var mı? Her insan için mümkün mü?

Ben entelektüel seviye demezdim de dünyayı doğru okumaya elveren birikim derdim. Bu gezende yaşayakalabilmek için gerekli bilgi ve algı. Meğerki ağır engelli olsun, çevresini doğru okumaya niyetlenen herkes “entelektüel” olabilir. Önemli olan bencil olmamak, bilgi, algı, yaratıcılık gibi hasletleri türdaşların istifadesine sunmak, toptan gelişmenin gerçekleşmesine zemin hazırlamaktır. Aksi takdirde, örneğin Niagara şelalesinin debisini bilmek malumatfuruşluktan öte bir uğraş olmayacaktır.

Kişinin entelektüel birikimi toplumun kültürünü nasıl etkiliyor?

Bakın, entelektüeller iyi müze bekçileridirler. Geçmiş yılların sözlü, yazılı, maddi veya manevi kültür eserlerine sahip çıkar, yeni kuşaklara sevdirmeye çalışırlar ki korunsunlar. Şöyle düşünün, klasik Türk musikini kollayan olmasa, bir Dede Efendinin sadece bedeni değil, eserleri de toprak olur. Olsa ne olur, görkemli bir geçmişi unutur, sıradan bir muz cumhuriyetine dönüşürüz. İncili Kaftan öyküsünü okumadınızsa Türk’ün başat hasletlerini ıskalıyorsunuz demektir. Türk halk edebiyatında bir uzun hava türü olan bozlak, nedir hiçbir fikriniz yoksa Ankara, Kırıkkale, Kırşehir, Yozgat, Çorum gibi Orta Anadolu yerleşimlerini tanımıyorsunuz demektir.

Filistin bizim için neden önemli?

Alacağınız cevap bellidir: Filistinliler, Allah kulları biz de Müslüman olduğumuz için! Filistinli değil Eskimo olsalardı eğer Müslümansak tutumumuz aynı olurdu. Bu kadar mı içini boşalttık İslamiyet’in de bebe ölümlerini umursamaz olduk! Günün sonunda ilk Siyonistler bir yurt aramak için yollara dökülmüş insanlardı, bu katliama onlar bile dayanamazlardı. Avro-Amerikan medeniyetinin onları ne hale getirdiğini görmüyor olabilir misiniz? Soykırıma “Arap meselesi” olarak sırtlarını dönenler varsa tanışlarımızın arasında, derhal uzaklaşın derim. Rabbül âlemin sizlerden uzaklaşmadan önce uzaklaşın.

Bu meseleye bakışınızla kültürel birikiminiz arasında bağ var mı?

Kültürel birikim gibi laflardan hoşlanmıyorum, yavrum. Bütün bildiğim, gencecik yaşımdan beri Filistin’in başına gelenlerle ilgilenmiş ve ilgileniyor olmam. Becerilerimi yardımlarına sunmam, fî sebîlillâh kitaplar, makaleler çevirmem, bol bol ağlamam ve dua etmem! Yeri gelmişken, konuşmanın başından itibaren hayata müdahale şansını yakalamanızı engelleyen bir şeylerden yakındığınızı hissediyorum. Yanılıyorsunuz. Önünüzde devasa bir ekran, malûmat köpürten internete bağlıyken, yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızdayken, şimdi siz söyleyin bana,

“Filistin için ne yapacaksınız?”

Gündem Haberleri

Çocuk İstismarlarını Önleme Komisyonuna üye seçimleri Resmi Gazete'de Çocuk İstismarlarını Önleme Komisyonuna üye seçimleri Resm
Resmi Gazete'de Bugün
Gazete manşetlerinde yeni gün...
RTÜK'ten 'yasa dışı bahis sitesi tanıtımı' iddiasına inceleme
MHP'den son dakika açıklaması: 3 ismin istifası istendi