Cumhuriyet kurulduğundan bu yana Türkiye’de halkın kimin eliyle modernleşeceği hep tartışma konusu oldu. Darbelerin, parti kapatma davalarının, ekonomik krizlerin temelinde de bu tartışma vardı. Bir yanda imparatorluk mirasından gelen, devlet geleneği olan bir Anadolu, diğer yanda orada yaşayanlar üzerinden türlü projeleri olan gruplar… En son 15 Temmuz gecesi gördüğümüz gibi hepimizin olan Türkiye maalesef yıllarca birilerine ‘paketlenip’ hediye edilmek istendi. Buna karşı çıkmanın bedeli de maalesef hep ağır ödendi.
CHP tek parti hükümetleri boyunca halkı hep baskı altında tuttu. Çünkü Türkiye CHP’li elitlerindi. Öyle olsun istiyorlardı. Parti tabanı kentlerde bürokratlardan ve orta sınıftan, kırsalda büyük toprak sahiplerinden oluşuyordu. O yıllarca ülkemizde ciddi bir iletişim bozukluğu vardı. Sesini duyuramayan halk küsmüştü. Türkçe ezan okunması, kuran öğretiminin yasaklanması, Ankara’nın eski kent merkezi olan Ulus’a şalvarlı vatandaşların sokulmak istenmemesi; şehirlerde halkın, dolayısıyla da dinin ve kültürün görünürlüğünü azaltmıştı. Tarım toplumu olmamıza rağmen tek partili yıllarda Anadolu’da yaşanan kıtlık ve yoksulluk halkın hafızalarına kazındı. Geçtiğimiz günlerde CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’na karşı çıkan teyzenin itirazı aslında bir devrin hafızasıydı. O dönem ‘icraatları’ ile CHP bir nesli yoksulluk ve yoksunlukla yeterince tanıştırmıştı. Bugün umut vaat etmesi de bu yüzden imkansız.
BİN YIL SÜRECEK DEDİLER TAM BİN YILLIK NEFRET TOHUMLARINI DİKERKEN
Görünür ya da gizli bir şekilde sosyal medyada, sokakta, hararetli tartışmalarda ya da 2 bin 500 TL’ye satılan kitapların hazırlanma aşamasında herkes başka bir mesaj veriyor. Oysa meydanlar, pazar yerleri, okullar, toplu taşım araçları bu ülkenin hepimize ait olduğunu ve aynı gemide yol almayı başarırsak fırtınaları aşacağımızı söylüyor. Okuduğunuz dosyayı hazırlarken ötekileştirilmek istenen bir Türkiye’den birbirimizi yeniden keşfettiğimiz yıllara doğru sancılı yolculuğu hatırlamak, hatırlatmak istedik. Bin yıl sürecek dediler tam bin yıllık nefret tohumlarını dikerken. “Birbirinizden ömür boyu nefret edin” dediler, aynı hasadın ekmeğini yediğimizi hesaba katmadan. “Türkiye kimin?” dediler, bu ülke hepimizin cevabını yüksek sesle söyleyeceğimizi tahmin etmeden. 28 Şubat’ı sıradan cümlelerle anmak, bir 28 Şubat hikayesi anlamak değil amacımız. Bu topraklardan bin yıllık bir darbe geçti. Bin yılın tozunu üzerimizden atıp yeniden ayağa kalkmak da hiç kolay olmadı. Türk siyasi tarihinin en uzun Şubatını, en yalnız şubatını hatırlayalım istedik. Büyük oyunları küçük perdelerle sahnelemek isteyenlere ‘unutmadık, buradayız’ demek için.
28 ŞUBAT’IN RESMİ TARİHİ
Topraklarımızdan bir 28 Şubat geçti. Herkesin ‘Ne olacak?’ diye beklediği en uzun Şubattı.
Hafızalarımızı tazeleyecek olursak; 28 Haziran 1996’da Refah Partisi ve DYP (Doğru Yol Partisi) arasında 54’ncü Hükümet kuruldu. 31 Ocak 1997’de Ankara Sincan’da düzenlenen Kudüs gecesinde İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri bir konuşma yaptı.
1 Şubat 1997’de üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını öneren kararname Bakanlar Kurulunda imzaya açıldı. 2 Şubat 1997’de Kudüs Gecesi düzenleyen Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’a soruşturma açıldı. 4 Şubat tarihinde 15 tank ve 20 kariyer Sincan’dan geçerek Yenikent’teki tatbikat alanına gitti. Yaşanan gelişmeler üzerine dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, Belediye Başkanı Yıldız’ı görevinden uzaklaştırdı. Yıldız Ankara’daki DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) sorgusunun ardından tutuklandı. 21 Şubat 1997’de dönemin Genel Kurmay 2’nci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in, Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık açıklaması hafızalara ‘kazındı’. 28 Şubat 1997’de yapılan MGK, Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplandı. Toplantı 8 saat 45 dakika sürdü. 1 Mart’ta askerlerin MGK toplantısında hükümetten yapılmasını istediği 20 madde ortaya çıktı. Erbakan kararı imzalamadı. Ardından Çiller, Erbakan’dan görevi kendisine devretmesini istedi. Bu isteği reddeden Erbakan, 5 Mart 1997’de MGK kararlarını imzaladı. 21 mayıs tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi’nin sürekli kapatılması istemiyle dava açtı. 11 Haziran tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde Batı Çalışma Grubu oluşturuldu. 18 Haziran’da Erbakan, hükümetin istifasını sundu. Demirel hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi. 30 Haziran’da 55’nci hükümet ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında kuruldu. MGK kararlarından sekiz yıllık kesintisiz eğitimle ilgili yasa tasarısı 16 Ağustos’ta TBMM’de kabul edildi. 16 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisi kapatıldı. Necmettin Erbakan’a beş yıl siyaset yasağı getirildi.
28 ŞUBAT’IN KONUŞULMAYANLARI
Dönemin Başbakanı Rahmetli Erbakan 28 Şubat’ta Refah-yol hükümetini düşürmek için DYP’li milletvekillerine baskı yapıldığına, hatta bazılarına para teklif edildiğine, tehdit dahil her yolun denendiğine inandığını belirtmişti. Bu tehdidin Çevik Bir tarafından yaptırıldığının söylendiğini açıklayan Erbakan; milletvekillerinin ya istifa edin ya da Yassıada’ya gidersiniz şeklinde tehdit edildiklerini açıklamıştı.
28 Şubat Türkiye’ye 381 milyar dolara mal oldu. 28 Şubat sürecinde bankalardan 46 milyar dolar ‘hortumlandı’. Türkiye’yi soyan banka yönetim kurullarında görev alan siviller mali yönden ve soygunlardan hesap verirken banka yönetim kurullarında görev alan asker sanıklar hakkında neden yasal işlem yapılmadı.
28 Şubat sürecinin şüphesiz baş mimarları Genelkurmay karargâhındaki komutanlarıydı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de alan açmasıyla siyasete her an müdahale edecek bir refleks geliştiren paşalar bir kısım medyayı da Genelkurmay karargahından yönetiyordu. Başta Doğan medyası olmak üzere 28 Şubat sürecini ve darbeyi destekleyen medyaya 428 milyon dolar para aktarıldı.
İrtica gerekçesiyle 21 vali ve kaymakama kovuşturma dosyası açıldı. Darbe sürecinde altı milyon vatandaşımız fişlendi. 1997-2001 yılları arasında 33 bin 272 öğretmen kılık kıyafet yüzünden soruşturma geçirdi. 27 vakıf ve dernek irticai faaliyette bulundukları gerekçesiyle kapatıldı.
FETÖ VE ‘YAPAMADINIZ’ AÇIKLAMASI
28 Şubat’ın en unutulmaz karakterlerinden biri de FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’di. Medya aracılığıyla ‘yapamadınız’ gidin diyordu hükümete. Sözde dini bir grubun ve aslında silahlı terör örgütünün lideri demokrasiye ayar veriyor, başörtüleri açın emirleri yağdırıyor, militanlarına kamuda yer açılsın diye 28 Şubat mağdurlarının sayısını arttırıyorlardı. ‘Ben bir abdest alayım gelir seni yine döverim’ diyerek 15 yaşındaki çocuklara işkence eden FETÖ’cü emniyet mensuplarından bahsetmiyoruz bile…
28 Şubat döneminde Gaziosmanpaşa’da bulunan Küçükköy İmam Hatip Lisesi’ne keskin nişancı gönderildi. Türkiye’de birçok kişi ilk defa keskin nişancı diye bir şey duydu. Keskin nişancılar birinci tehlike olarak görülen millete gönderiliyordu. Millet medyada birinci tehlike ilan edilmişti.
KAMUSAL ALANDAN ‘KOVULAN’ BAŞÖRTÜLÜLER
Türkiye, 28 Şubat dönemi ile telafisi imkânsız bir döneme girmişti. “Şeriat geliyor" şeklinde suni korku politikasının ardından, özellikle başörtüsüyle okumak isteyenlere büyük bir linç kampanyası başlatılmıştı. Tek istekleri eğitimlerine devam etmek olan imam hatip ve üniversite öğrencilerine okul kapıları birer birer kapanmıştı. 1997 'de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi başörtülü hemşirelik bölüm birincisi törene alınmaması da o yıllarda yapılan zulmün sembolü oldu.
28 Şubat'ta okullara girmek isteyen başörtülü öğrenciler adeta terörist muamelesi gördü binlercesi gözaltına alındı okul bahçesine dahi sokulmadı. İstanbul üniversitesi eşine rastlanmayan bir skandala imza attı. Rektör Kemal Alemdaroğlu ve yardımcısı Nur Serter öğrencileri ikna odalarına soktu ve zorla okula başörtüsüz girmeyeceklerine dair taahhütname imzalattı.
11 Ekim 1998 yılında dünyanın en büyük sivil toplum eylemi düzenlendi yüz binlerce insan el ele tutuşarak özgürlük zinciri oluşturdu. İstanbul merkezli bu eylem bütün Türkiye'ye yayıldı. Eylemlerde gözaltına alınan birçok kişi gözaltına alındı. Tutuklandı ve idamla yargılandı. Kız öğrenciler giremedikleri üniversitelerin önlerinde aylarca eylem yaptılar. Polis çemberinde süren bu mücadele devlet tarafından hep kırılmak istendi… Tazyikli su ve coplarla yapılan müdahalelerde, karnındaki bebeğini düşüren genç annelerin feryadı bile dinlenmedi.
Eğitim hakkı ellerinden alınan öğrencilere 2011 yılında AK Parti döneminde üniversiteye geri dönme hakkı tanındı, 2014 Eylül'de kılık kıyafet düzenlemesinin ardından 5'inci sınıftan itibaren başörtüsü hakkı geri verildi. Bu düzenleme tek eğitim alanıyla sınırlı kalmadı kamuda çalışan kişilere de başörtüsü hakkı verildi.
‘BU HANIMA HADDİNİ BİLDİRİNİZ’
16 Ocak 1998'de kapatılan Refah Partisi’nin yerine Fazilet Partisi kurulmuş 1999'da yapılan seçimlerde tam 111 milletvekili çıkarmıştı. Bu vekiller arasından en dikkat çekeni ise Merve Kavakçı'ydı. Başörtülü olan Merve Kavakçı'nın vekil seçilmesi ilk günden olay olmuş, Mecliste başörtüsüyle yemin edip etmeyeceği tartışmaları başlamıştı. Meclis geçici başkanı Ali Rıza Septioğlu'na ise Atatürk'ün kıyafet kararnamesi gösteriliyor ve Merve Kavakçı'nın başörtüsüyle meclise giremeyeceği ve yemin edemeyeceği hatırlatılıyordu. İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı, 2 Mayıs Pazartesi günü Yüksek Seçim Kurulu’ndan mazbatasını aldıktan sonra Meclis’in açılış oturumuna katılmak için Genel Kurul Salonu’na geldi. Merve Kavakçı'nın başörtüsüyle meclis Genel Kurulu’na girmesi üzerine Demokratik Sol Parti milletvekilleri sıralara vurarak ve yuhalayarak protestolara başladı. Meclisteki protestolardan en çok akılda kalan ise DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit ise Meclis kürsüsüne gelerek sarf ettiği şu cümleler oldu: "Burası hiç kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar devletin kurallarına uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!"