Takvimler aralık ayını gösterdiğinde mevsim kışa döner. İlkbaharın yeniden doğuş enerjisinin, yazın içimizi ısıtan sıcacık neşesinin, hazan mevsiminin hüznünün ardından gelen kış mevsimi bir içe dönüş enerjisi getirir hayatımıza. Sonbaharın gelmesiyle yavaş yavaş neşesi çekilmeye başlar doğanın. Yeşilin binbir tonu önce kırmızı ve turuncuya bırakır kendini. Kış mevsimi kapıyı çalınca, güneşin yeryüzünden vefasızca çekilmesiyle esmeye başlayan haşin rüzgârlar, inatla kuru dallara tutunan, büzüşüp kahverengiye dönmüş, son yaprakları da savurur.
EŞİT DAVRANMAZ
Kış mevsiminin gelmesiyle önce gölgesi terk eder insanı. Sonra kalabalıklar dağılır etrafından. Yalnızlığıyla baş başa kalır insan. Dış dünyaya açılan kapılar kapanınca tefekkür kapısı açılır. Kışın soğuğu, doğanın çıplaklığı, gökyüzünün kurşuniliğinin koyuluğu arttıkça, fark etmeden biz de o ıssızlığa bürünüveririz. Kış mevsiminin ıssız, uzun geceleri; kirlenen dünya ve kalabalıklar arasında ruhu örselenen insan için içe çekilme, Allah’ a yönelme vakitleridir. Kışın sonunun bahar olması gibi tefekkür ve teslimiyet içinde olan insan da sonunun kurtuluş olacağı idrakine varır. Kış mevsimi eşit davranmaz. Yoksa elinde avucunda insanın; pencere aralıklarından, kapı altlarından, doğramadaki çatlaklardan dolan rüzgâra yenik düşer insan. Akan dam, yırtık ayakkabıdan sızan nem insanı çürütür. Ancak uzanan vicdanlı bir dost eli umut olur çıkmak için gelecek bahara.
SAFLIĞI, MASUMİYETİ
Kar yağışı öncesi hava yumuşar, derin bir sessizlik kaplar gökleri, kar kokusu dolar ciğerlere, mutluluk tozu serpilir çocukların ve çocuk kalmayı başaranların yüreklerine. Birbirinden benzersiz pembe, beyaz pamuk şekerleri önce çocukların ağzına, sonra yüreğine, en son da toprağa düşer. Ancak çocuk çığlıklarının delebildiği sağır bir sessizlik çöker yeryüzüne. Bütün çirkinliklerin üzerini ipek beyaz bir şal gibi örten, bir gecede saçlara düşen aklar gibi bize saflığı, masumiyeti, saf ve temiz kalan insanın ulaşacağı menzili çağrıştıran kar, kışın sert yüzünü unutturur.
GENÇLİK MASKESİ
Toprak ananın yüzüne beyaz bir maske gibi yağan kar, yorgun tabiatı bahara hazırlayan bir gençlik maskesidir, şifalandırır. İlkbaharın aşk sarhoşluğu, yazın hovardalığı, sonbaharın romantikliğiyle sarhoş olan gözlere inen sis perdeleri görmek isteyenler için aralanır. Dört bir yanda seyrine doyum olmaz kar manzaraları oluşur doğada. Kar en çok dağ tepelerine, çam ağaçlarının yeşiline, peri bacalarının tepelerine, İshak Paşa Sarayı’nın duvarlarına, Emirgan Korusu’na, Sultan Ahmet Meydanı’na, en çok da külliyelere, camii kubbelerine yakışır. Temiz temizi sever; kar, temiz bir yere düşünce nur üstüne nur olur yağar. Sokaklarda salep güğümlerine mesai başlar, yanık sesleriyle eski mahallelerin dar sokaklarından bozacıların sesleri yükselir. Sokaklar insanı eve, muhabbete yollar. İlk düşen karla birlikte tadı gelen bozayla tatlanan ağızlar dost meclislerinde muhabbete doyar.
ANILAR GEÇİDİ
Havada kar kokusu varsa; çocukluğuma, üzerindeki güğümden sobaya damlayan suyun tıslama sesine ve gün boyu sobanın üzerindeki çaydanlıkta kaynayan ıhlamur kokusuna çeker beni hatıralarım. Kışın soğuk günlerinde sobanın sıcaklığıyla gevreyen ev halkının mutluluğu, çizgili pijamasıyla gazetesini okuyan babamın içimizi ısıtan varlığının sıcaklığı sarar hatıralarımı. Evin içine asılmış çamaşırlar, radyodan yükselen naklen futbol maçı yayınları, buharlaşan pencere camlarına çizdiğimiz resimler, uzun kış akşamlarında sobanın üstünde patlatılan mısırlar, afiyetle yenilen kestane kebaplar, yapraklı takvimlerden gördüğümüz memleketin dört bir köşesinden kar manzaraları fotoğrafları, çocukluğumun kış mevsimlerinin soğuk günlerinin sıcak hatıraları olarak zihnimde canlanır. Kar bütün çocuklar gibi bizim de oyun arkadaşımız olurdu. Mahallede en büyük kardan adamı hangimiz yapacak yarışına girişir, yaptığımız kardan adamları kartopu savaşında kendimize siper ederdik. Evden aldığımız plastik leğenlerle, leğen bulamazsak naylon poşetleri kullanarak tepelik yerlerden aşağı doğru saatlerce bıkmadan kayar, üşüdüğümüzü ancak annelerimiz zorla içeri aldığında soba başında anlardık.
BÜYÜDÜM
1997 yılının kış mevsimiydi. Gece yarısı telefonun acı acı çalışı o gün gibi aklımdadır. Hasta olan anneannemin ölüm haberiyle içim üşüdü o kış. Annem ve babam umrede olduklarından köyde yaşayan dayım ve teyzem anneannem için kefen alıp gelmemi istemişti. On dokuz yaşındaydım. Ben bir kış mevsimi büyüdüm, elimdeki kefenle aynı renkteydi dışarıdaki kar. Annemin yerine anneannemin cenazesini yıkayıp kefenlemek düştü kaderime. Ben o kış mevsimi bağrıma esen sert rüzgârlarla çok üşüdüm…