PİYASALAR

  • BIST 1009431.16-0.98%
  • ALTIN2499.0590.61%
  • DOLAR32.5980.14%
  • EURO34.8020.11%
  • STERLİN40.623-0.04%
  1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. Mesut Uçakan: Popülizm sizi sulanmaya, basitleşmeye sürükler
Mesut Uçakan: Popülizm sizi sulanmaya, basitleşmeye sürükler

Mesut Uçakan: Popülizm sizi sulanmaya, basitleşmeye sürükler

Mesut Uçakan… İmkansızlıklarla, yasaklarla dolu bir döneme, mukaddes değerlerimizi anlatan sineması ile damgasını vurmuş kıymetli bir isim. Kalemi sinema, senaryosu bu ülkenin acı gerçekleri olmuş usta bir yönetmen, yapımcı, mütefekkir… 40 yıllık sinema hayatını ve bugünün sinema- televizyon yayıncılığını Gonca Babür Çakır'a anlattı.

A+A-

ozelhaber_banner2-002.png

7 yaşında sinemada ‘’Yalnız Değilsiniz’’ filminizi izleyerek tanıdım yönetmen Mesut Uçakan’ı… Milli sinemamızın değerli eserleri, fikir ve gönül dünyamızı inşa etti. Sinema tarihine, önemli bir döneme, eserleri ile imzasını atan Mesut Uçakan’ı genç kuşak için nasıl tanıtırsınız?

Hangi genç kuşak? Dağarcığı 3-5 kelimeye indirgenmiş, cep telefonunun elinden düşürmeyenlerden mi söz ediyorsunuz? Yoksa hala müthiş bir bilgi kargaşası arasında hakikat sancısı çekmeye talip olanlardan mı? Birincileri geçelim ama ikinciler bilmeli ki,  Batı’nın en güçlü silahlarından biridir sinema. Bir zamanlar bu ülkede, bu ülkenin sineması,  çarpık bir batılılaşmaya çanak tutuyordu. Değerlerine ve inançlarına uzaktı. Öyle bir ortamda, doğru dürüst parası, ayak basacak bir zemini olmayan; oyuncusu, teknik ekibi, dağıtımcısı, hatta medyası olmayan, daha baştan ilkel, yobaz, gerici olarak yaftalanan, her alanda, her müessesede cezalandırılan, buna rağmen onlara inat ben de varım diye ortaya çıkan, haksızlığa direnen, başkaldıran, haykırmaktan korkmayan sinemacılar vardı. Cesur yürekler vardı. O yürekler, onca zorluklarla eserler verdiler ve bugün, baş aşağı çevrilen bir toplumu yine kendi ayakları üstüne oturtan bir iktidara doğru yürüdüler. O yapılanlar olmasaydı, o yaptıklarımız… Bugün yedi düvele başkaldıracak bir süreç başlar mıydı dersiniz. Gençler bunu bilmeli. Ödül değil istediğimiz. Bizim neslin tek bir beklentisi olabilir: Dua... Ne ki! Bir müslümanın her söz ve eyleminin tek tek, birer zikir, birer dua olmaktan başka hükmü yoktur, zaten.

Şair olma tutkusu ile geldiğiniz İstanbul’da nasıl oldu da sinemacı olmaya karar verdiniz?

Genelde insan her şeyi kendi yaptığını zanneder. Beşerî bir gözle baktığınızda bu söylenebilir fakat hayatınıza bir senarist ve yönetmen tarafından lif lif şekillendirilmiş bir senaryo, bir film olarak baktığınızda, senaryoda öyküyü tamamlamayan hiçbir figüre, bir yaprak kımıldamasına bile yer verilmediğini ve yönetmenin dediğini en iyi şekilde yapmaktan başka bir kimliğinizin olmadığını görürsünüz. Orta öğretim dönemini, çılgın okumalarla ve yazmalarla geçirdim. Şiirler yazdım, romanlar yazdım, araştırma kitapları yazdım, senaryolar yazdım. Sanatçı olmak istiyordum. Büyük bir sanatçı. İstanbul’a gelip gereğinde aç susuz yaşayarak sanat ortamına girmek istiyordum. Birinci derecede de şiir ve roman yazmakla doluydu içim. Ama yüksekokulu okumak için İstanbul’a geldiğimde Milli Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü’ndeki arkadaşlarla tanıştım. Orada sinema sektöründeki ihaneti, başıboşluğu gördüm. Şiirlerimi daha çok kamerayla yazmaya karar verdim.

Türk sinemasının halktan en kopuk olduğu yıllarda halkı sinemaya çeken şey sizce neydi

Sinemanın yoğun şekilde halkı sarmalaması Demokrat Parti’nin işbaşına geldiği 1950’lerden sonraki yıllardır. Köylere kadar götürülen elektriğin yol açtığı çığ gibi çoğalan sinema salonları sinemaya akını başlattı. Uzun yıllar halkın tek eğlencesi sinema oldu.  Tabii zamanla işin içine televizyon, giderek bilgisayar, internet, dijital teknoloji girince işin çehresi değişti. Ama halkın sinemaya ilgisi değişmedi. İlk zamanlar gerek televizyon merakı, gerek Amerikan filmleri baskısı sonucu seyirci sayısının çok azaldığı dönemler olmuşsa da sonra giderek arttı ve bugün 7 milyon sınırını bile aştı. Halk niye sinemaya bu kadar ilgi gösteriyor diye sorarsanız, ben sinemanın sihri derim? Sinema hayatın adeta kendisidir. Oradahayretini,hasretini, acılarını, sevinçlerini, merakını, heyecanını, cesaretini, gücünü, otoritesini yapay da olsa yaşamak halkın hoşuna gidiyor.

Ülkenin çok karışık olduğu, öğrenci olaylarının yaşandığı o yıllarda Milli Sinema fikri nasıl doğdu?

İlk Yücel Çakmaklı’nın Birleşen Yollar filmi açtı yolu. Bu konudaki endişeler rahmetli Çakmaklı’nın kimi dergi yazılarında da dile getirilmişti. Ondan önce de Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir yazısında sinemayı “mükemmel bir imkân ve inşâ planı!” diye niteledi. Bu tür endişelerin bir davaya dönüşmesinde Milli Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü büyük rol oynadı. Tabii, o dönem Sinema Kulüp başkanı değerli dostum Salih Diriklik ve diğer arkadaşlarla birlikte gazete ve dergilerdeki yazılarımız ve yayımladığımız kitaplarda göz ardı edilmemeli.

Milliyetçi ve muhafazakar kuşağın o dönemdeki temsilcisi olan Yücel Çakmaklı ile sizin sinemanız arasındaki fark neydi?  

Şüphesiz, ikimiz de aynı kaynaktan geldik ve milleti de sinema yoluyla bu kaynağa yöneltme çabasında olduk.  Ancak söylem farkımız vardı. Çakmaklı, kendi içinde bulunduğu sosyal ve mesleki şartlar içerisinde- çok uzun zaman mesleğin içindeydi - Biraz da meşrebi gereği daha ılımlı, daha yumuşak daha dolayımlı kavramlarla ifadelere yaslanıyordu. Milli Sinema’yı açıklarken “milli değerlerimize milli bakış açısıyla yansıtmak...” gibi muğlak ifadeler kullandı.  Bu açıklamaya yapılan itirazlar geldi tabii. “ Milli sınırlar içerisinde çekilen her film millidir.” diyen bile oldu. Biz ise henüz Yeşilçam’ın dışında duran bir sinema yazarı olarak, biraz da meşrebimiz gereği olmalı, bu beslendiğimiz kaynağın adını açıkça haykırdık.  Dedik ki,  tek kelimeyle İslam!.. Bütün kelime ve kavramlarımıza, hayatımızın bütün hücrelerine şekil veren İslam!.. Biz sinemada inancımızın sesi  olmak istiyoruz, dedik. O dönemler için çok sert ve ağır bir söylemdi bu. Biz sinemada bu çıkışı yaparken, siyasi arenada, mitinglerde, yürüyüşlerde;  “Kör dünyanın göbeğini Hak yol İslam yazacağız!” diye haykırıyorduk.Ama Çakmaklı’nın hakkını teslim etmek lazım. Onun açtığı kapı, oluşturduğu zemin olmasaydı böyle bir sert çıkışa cesaret edebilir miydik, bilemiyorum.

Kelebekler Sonsuz Uçar, Ölümsüz Karanfiller, Anka Kuşu gibi pek çok film, dizi ve belgesel çektiniz. Hatta Reis Bey filminde, Haluk Kurdoğlu’nun sesinden ‘’ Merhamet, ağızların iğrenç sakızı’’ repliği hala kulaklarımda çınlıyor. Yeşilçam’ın sıkıntılı günlerinde çoğu eseriniz hasılat rekorları kırdı. Sizce bu başarının kaynağı neydi?

Halkla bütünleşmek diye kısa bir açıklama yapılabilir. O dönem sinema sektörü, imam tipi şahsında halkın inancıyla alay eder tarzdaydı. Çekilen çoğu filmde, hatta çoğu köy filmlerinde bile, batılı bir kafa, bir yaklaşım vardı. Bu da milli değerlerini, inancını seslendiren filmlere büyük bir açlığı beraberinde getirdi tabii. Bu yüzden filmlerimiz büyük ilgi gördü, büyük bir boşluğu doldurdu. Şimdi bu boşluk, bu açlık daha çok dizi sektöründe kendini gösteriyor.  “Diriliş”, “Abdulhamid” dizileri de bu açlığa cevap verdiği için büyük ilgi gördü denebilir. Tabii sözünü ettiğimiz açlık meselesi rengiyle, tonajıyla bizim gençlik dönemimizdeki gibi değil.  O dönemde ideolojik bir yoğunluk vardı. Sağ vardı, sol vardı, mücahit vardı. Şimdi her iki tarafta kozmopolitleşti.  Halk genelde her şeyi önce eğlence olarak görüyor. Bu da her yapılanı mübah görmeye kadar gidiyor. Tamam ekran ya da perde de birer eğlence aracı ama işi salt bu tarafıyla ele almak lâdinî ve tehlikeli bir yorum. Ancak yine de biz halka ulaşmanın yolunu bulmak zorundayız. Bugün hasılat rekorları kıran film Recep İvedik…   Ondan nasıl bir Müslümanca film ya da eski yaklaşımıyla Milli Sinema çıkarabiliriz meselemiz bu olmalı.  Yeni nesil bunun çözümünü bulmak zorunda. 

‘’Kavanoz Adam’’ Trt’de yayınlanan ilk dizi filminiz. Bu dizi aynı zamanda ülkemizde çekilen ilk bilim- kurgu dizisi olma özelliğini de taşıyor. O yıllarda bu türün izleyici bulacağını nasıl öngördünüz?

O diziyi yaptığımda TRT Daire Başkanı  M. Turan Akköprülü idi. Projeyi görünce ‘’Sen kafayı mı yedin’’ dedi. Haklıydı, ilk defa böyle bir dizi çekilecekti ve fiyasko olabilir, beni de, kurumu da yerin dibine sokabilirdi. Çünkü çok pahalı negatiflerle yangından mal kaçırır gibi filmlerin çekildiği sinema sektöründe bilimkurgu yapılacak hiçbir teknik ve mekânsal ortam yoktu. Ama yine de çektim. İdealist bir gencin çılgınlığı…  Ne derseniz deyin ama çektik ve başardık. Çok acı çektiğim bir dizi çalışması oldu ama hamdolsun sonuç güldürdü. Şimdi aynı çılgınlığı yapabilir miyim, dersiniz?

Yapabilir misiniz?

Elbette! Ama bana karışmayacak, özgürce hareket etmemi sağlayacak çılgın işverenler ya da kurumlar lazım.

 

‘’Sevda Kuşun Kanadında’’ dizisi genç seyirciden büyük beğeni aldı. Televizyon ya da sinema için yeni projeleriniz olacak mı?

Olacak tabii. Bu bizim davamız, tutkumuz, heyecanımız… Ama aynı zamanda mesleğimiz de.

‘’Sen Anlat Karadeniz’’ dizisinde bir sahnede kadının parmağı sevdiği adam tarafından kırılıyor. Daha da korkuncu bu sahne Youtube’da 5.550.293 kez izlendi. Diğer bir örnek ‘’Çukur’’ dizisi başrol oyuncusu polis memurunu aşağılama sahnesi… Reyting rekorları kıran bu dizileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir şeyler yanlış gitmiyor mu?

Reyting savaşı çok acımasız. Yayıncıyı da, yapımcıyı da saldırganlaştırıyor bu savaş. Yüzlerce üretimin yapıldığı bir piyasada ayakta kalmak, tam anlamıyla bir kurtar sofrasına oturmak demek. Seyirci yüzlerce filmle müstehcenliğe, şiddete vb. alıştırıldı. Artık öyle bir hale geldi ki, bir film, bir dizi, dozajını giderek arttırmazsa ilgi çekmiyor. Kapitalist bir ortamda olacağı da buydu. Bu mantıkla bakarsanızsözünü ettiğiniz dizilerdeki malum sahneleri normal karşılamak durumundasınız. Ama, güzel ahlakı, İslam ahlakını ölçü olarak alırsanız hiç birinin elle tutulur tarafı kalmaz. Üstelik koca bir cemiyeti dejenere ettikleri için mücrim konumuna düşerler. 

Tüm çalışmalarınız tek taraflı anlatılan tarihe, dayatılan ideolojilere naif bir başkaldırı niteliğinde. Günü kurtarma telaşınız yok. Siz bu ilkelerin ışığında, adeta iğne ile kuyu kazarken ekonomik anlamda da var olma mücadelesi veriyorsunuz. Diğer tarafta ticari kaygılarla yapılan filmler toplumu hasta ediyor. Bunun önüne geçmek mümkün değil mi?

Önüne geçmek mümkün olmayan hiç bir yozlaşma, hiçbir çöküş yoktur. Yeter ki önce irade olsun. Böyle bir irade, devlet ve toplum planında zuhur ederse sonuca gider. O da fert fert sorumluluk hissinin toplumda yaygınlaşmasıyla başlıyor. Nerede o toplum, nerede o fert!

Çok kanal var. Kaliteli programlar reyting kaygısı ile ekranda yer bulamıyor. İnternet mecrası ulusal kanalların reyting uğruna yaptığı kalitesiz yayınlara mahkum olmamak adına yayıncılık adına bir fırsata dönüşebilir mi?

İnternet yayını daha özgür gibi görülüyor ama o da reklam almaya mahkum. Bu şimdilik kendini fazla göstermiyorsa da ilerde de daha da kendini hissettirecektir. Eğer halkın genelini hedefliyorsanız bu böyle.  Popülizm sizi sulanmaya, basitleşmeye sürükler. Çünkü mevcut genelin IQ ortalaması düşüktür. Mevcut genel zevklerine düşkündür. Onların ilgisini çekebilmenin denklemleri bugün neyse o zaman da öyle olacaktır.

40 yıllık sanat hayatınızda içinize en çok sinen eserinizi öğrenebilir miyiz? Ya da tam tersi bugün daha farklı çekerdim dediğiniz bir filminiz var mı?

Bugün daha farklı çekerdim dediğim çok filmim var. Ama bir daha o muhteşem atmosferleri bulamam, kimse de bulamaz dediğim filmlerim de var tabii. Reis Bey gibi, Kelebekler Sonsuza Uçar gibi, Kavanozdaki Adam gibi.

Yenikapıhaber / Gonca Babür Çakır

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.