PİYASALAR

  • BIST 1009725.360.03%
  • ALTIN2427.694-0.04%
  • DOLAR32.570.15%
  • EURO35.0030.66%
  • STERLİN40.8050.89%
  1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. "Maya Vakfı Kurmak İstiyorum"
"Maya Vakfı Kurmak İstiyorum"

"Maya Vakfı Kurmak İstiyorum"

Dr. Mehmet Zeki Çulcu, "Maya’nın arkasındaki rüzgar öyle büyüdü ki, sosyal medya hesaplarımdan, şirket mail adreslerimden, özel telefonumdan…Ulaşılabilir her yolla bu kirli, bu alçak savaşın paramparça ettiği çocuk fotoğraf ve videoları yağmaya başladı bir anda. Paylaşılan her çocuk omuzlarımdaki yükü arttırdı, tabii sorumluluğumu da..."

A+A-

Maya… Suriye’li Maya…Hikayesini duyunca bir kalbimiz olduğunu hatırlatan, insansın ve yardım edeceksin dedirten Maya… Sonra protez bacaklara kavuşma hikayesi… Maya’nın doktoru Mehmet Zeki Çulcu’ya Maya ile tanışmalarını ve tedavi süreci sorduk. Mehmet Bey savaş mağduru çocukları, kurmak istediği vakfı ve yeryüzünün iyiliğe ihtiyacını anlattı. Sonrası mı? Buyurunuz…

whatsapp-image-2019-01-03-at-14.12.54.jpeg

Yokluğunu duymadığınız şeyin üzüntüsünü de duymazsınız. Açlığı bilmediğiniz için buna üzülemezsiniz. Açlıktan ölmenin ne olduğunu bilmediğiniz için, buna layıkıyla üzülemezsiniz. Bu insanların yiyecek yemekleri yok. Bu insanların yatacak yerleri yok. Bu insanların ibadet edecek yerleri yok. Bu insanların içecek suları yok.

Hocam sizi Suriyeli Maya’nın Doktoru olarak tanıyoruz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Her biriyle iftihar ettiğim iki kız, bir erkek çocuğum var. İnsanlığın özlemi saadet toplumunun inşasında işçiliğimin yanında, 30 yılı aşkın bir zamandır protez uzmanı olarak çalışıyorum. Ve “Cankatan Dokunuşlarla Hatırlanmak” istiyorum.

Hocam Suriyeli Maya ile nasıl tanıştınız?

Bildiğiniz üzere sosyal medya ülkemiz ve dünya gündemini takip ettiğimiz en önemli araçlardan biri haline geldi.

Ben de kendimce güvenli bulduğum kaynaklardan olup biteni takip etmeye çalışıyorum sosyal medya üzerinden. İlk Türkiyeli bir STK’nın paylaştığı bir video aracılığıyla fark ettim Maya’yı. Çaresizliğini, yoksunluğunu, yoksulluğunu tüm hücrelerimde hissettiren bakışları yaktı ciğerimi. Hele o kendisiyle aynı kaderi yaşayan babasının plastik borular ve boş konserve kutularından yaptığı yürüme aparatlarını gördüğümde kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. ‘ Ben bu çocuğa yardım edemeyeceksem bu işi niye yapıyorum ki’ dedim ve bir milyon altı yüz bin görüntülenme sayısına ulaşan tweet daveti yaptım. Çok çabuk reaksiyonlar oldu, önce Suriye’de faaliyet eden bir STK, sonra gözbebeğimiz Kızılay konuyu sahiplendi. Bir hafta olmadan Maya ve babası karşımdaydı. Ürkek, şaşkın ve güvensizdi köyünden o derme çatma çadırdan, içine doğduğu o kirli savaşın karmaşasından ilk defa çıkmış, ülke değiştirmiş, uçağa binmişti, hiç tanımadığı insanlar etrafında pervaneydi. Nasıl şaşırmasın ki? Allah bir kulun ihtiyacını görmeyi murat edince işte böyle olurmuş dedirten bir mucizeydi gördüğüm. Maya da babası da konjenital anomalili doğmuşlar, Maya’ya doğumunun ardından doktorunun uyarmasıyla bilateral diz dezartikülasyonu yapılmış, babası ise opere edilmeden sürdürmüş yaşamını. Her ikisinin de protezlerini tamamlayıp taburcu ettik elhamdülillah. Onların ihtiyacının görülmesine beni ve ekibimi layık gören, bizi bu hizmette muvaffak kılan Rabbi Rahimimize binlerce hamd-u senalar olsun.

Mayanın tedavisi sırasında yurt içi ve yurt dışından birçok gazeteci ile görüştünüz, ziyaretçileriniz oldu. Neler yaşandı?

Çok enteresan bir süreçti; kaç ulusal haber kanalında canlı yayın, kaç yerli, kaç yabancı gazete ve internet haberi ve kaç ulusal ve uluslararası ajans gördü bu olayı inanın bilmiyorum. İlk zamanlarda bu çekim ve röportaj taleplerinden Maya’nın eğitimiyle ilgilenemez hale sokmuşlardı bizi. Bizim de acemiliğimiz tabii belki ona ve ailesine daha iyi bir gelecek fırsatı doğurur diye hep evet demiştim. Sonra belli sınırlamalar getirdik mecburen. Ama çok enteresandır; bir Japon TV kanalı, bir İngiliz muhabir ve ekibi ve Tanzanya’dan gelip ülkemizde tıp fakültesi 6. sınıfta okuyan Akil dışında hiç kimse Maya’nın acısını bir an olsun unutturabilmek için dokunmadılar bile ona, bir o iki ekip ve Akil oyuncaklar boyama kitapları vb şeylerle geldiler. İlk defa da o zaman gülümsedi zaten Maya.

whatsapp-image-2019-01-03-at-14.13.02.jpeg

Savaş mağduru çocuklar için vakıf kurmaktan bahsetmiştiniz. Biraz anlatır mısınız?

Maya’nın arkasındaki rüzgar öyle büyüdü ki, sosyal medya hesaplarımdan, şirket mail adreslerimden, özel telefonumdan… Ulaşılabilir her yolla bu kirli, bu alçak savaşın paramparça ettiği çocuk fotoğraf ve videoları yağmaya başladı bir anda. Paylaşılan her çocuk omuzlarımdaki yükü arttırdı, tabii sorumluluğumu da. Faaliyeti sadece savaşın çocuklarının protez ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı bir vakıf kurma fikri böyle düştü gönlüme. Hemen duyurdum bunu da. “Bir vakıf kurmalıyız adı da Maya Vakfı olmalı” diye. İngiltere’den üç kez sırf Maya’nın haberini yapmak, yürüdüğünü dünyaya geçebilmek için ekibiyle birlikte gelen İngiliz gazeteci John Irvine da diğer binlerce insan gibi sormuştu; “insanlar yardım etmek istiyorlar bir hesap numarası verebilmen mümkün mü” diye. Ona protezleri benim üstlendiğimi, diğer masrafları da Kızılay’ın karşıladığını, bu yüzden gelen binlerce para göndermek istiyoruz hesap numarası verebilir misin talebini geri çevirdiğimi, yardımları Kızılay’a yönlendirdiğimi söylemiştim, biliyordum deyip devam etti; Google’ın CEO yardımcısı da yazmış aynı konuda bana. Yardım etmek istiyorum hesap numarası verebilir misin diye, tabii kimin yazdığından habersiz aynı cevabı vermişim. Çok sevinmiş ve etkilenmiş cevabımdan. Önceden tanıştığı ve haberini yaptığını gördüğü John Irvine’a ulaşıp “eğer Mehmet Zeki hayalindeki vakfı kurabilirse biz de Google olarak destekleyebiliriz” demiş. Ama yüzlerce telefon mesajı, mail ve sosyal medya paylaşımıyla destek olmak için hesap numaramı isteyen insanlar, dernekler nedense vakıf fikrimi sahiplenmediler. Belki de ben doğru yönetemedim durumu. Hala geç kalmış sayılmayız aslında. Zira Maya’nın da diğer çocuklarımızın da ihtiyaçları sürekli. Her yıl, bazen yılda iki kez protezlerindeki boy ayarları yapılmak, küçülen soketleri değiştirilmek zorunda. Ve sayı öyle onlar yüzler değil on binlerle ifade edilecek durumda.

Peki proje neydi?

Türkiye’de veya Suriye’de kurulacak bir protez-ortez uygulama merkezi için gereken mekan, makine alt yapısı ve personele kaynak ayırmadan ve organizasyonel ve prosedürel sorunlarla boğuşmak zorunda da kalmayacağımız bir hizmet gerçekleştirebiliriz, şöyle ki; Maya Vakfı bünyesinde bir protez – ortez koordinasyon birimi kurarız. Öncelikle, Suriye ve Türkiye’de ihtiyaç sahibi çocuklarımızın yaşadıkları lokasyon, sayı ve ihtiyaç çeşitliliği ile ilgili bir tarama yaparız.

Bu verileri işleyerek, gerekli protez ortez ekipmanlarını, topluca, ekonomik ve kaliteli olarak temin ederiz. İhtiyaç sahiplerinin yaşadığı kamp yada şehirlerde Sağlık Bakanlığımız denetiminde özel hizmet veren protez ortez uygulama merkezleriyle protokoller yapıp, malzemeleri vakıfça sağlayıp sadece hizmet satın alırız. Böylelikle vakalara ya yaşadıkları yerlerde yada en yakın ilde hizmet sağlayarak transfer, barınma ve iaşelerine kaynak ayırmak zorunda da kalmayız. Bu belki bugün için bir düş ama uzak olmayan bir gelecekte bu hayalimin gerçekleşeceğine inancım tam. Duaya devam…

Maya vakfı savaşlara dur diyebilecek mi?

Belki Maya Vakfı’nın savaşları hemen durdurmaya gücü yetmeyecek ama biz bu konuda hem insan olarak hem de Müslümanlar olarak gayretimizi sürdürmek sorumluluğumuzu yerine getirmek durumundayız. Nasıl neticeleneceği Allah’ın takdiri. Maya’ya bir haftada kavuşmamız için, ihtiyacı bir an önce görülsün diye bütün dünyayı ayağa kaldıran Allah’a zor olan ne var ki? O dilerse bu minicik kızın mahzun yüzü de durdurabilir tüm savaşları. Biz vazgeçmezsek bir gün Müslüman ya da gayrimüslim tüm halklar yöneticilerinden bu kadar ilkesiz, orantısız savaşların hesabını soracak ve bir gün bu tür savaşlara izin vermeyecekler

“Suriyeliler gitsin” vurgusuyla her gün birçok haber servis ediliyor medyada. Muhalefetin gündeminde de sık sık yer alıyor “ülkelerine gitsinler” sözü? Suriyeliler üzerinden yapılan bu algı yönetimini nasıl okuyorsunuz?

Suriye’de sekiz yıldır süren kirli savaş ve ülkemizdeki muhacir Suriyeli kardeşlerimizle ilgili konulara insani ve İslami olmak üzere konusuna temel iki açıdan bakıyorum. İnsani açıdan değerlendirdiğimde; Suriye ile aramızdaki suni sınırın insani tutumumuzu etkilememesi gerektiğini düşünüyorum. Yani konuya insani açıdan bakabilenler burası bizim ülkemiz Suriyeliler ülkelerine dönsünler diyemezler diyememeliler ve ucuz algı operasyonlarına prim vermez gibi geliyor bana. Zira insanlık sınır tanımaz ve milli sınırlara hapsedilemez. İslami açıdan baktığımda da ülkemizdeki Suriyeli muhacirlerin ekseriyetinin Müslüman kardeşimiz olmaları hasebiyle kendilerine karşı bir dini sorumluluğumuz vardır. Aynı zamanda mazlum kim ve ne kimlikte olursa olsun ister Müslüman ister gayrı Müslim olsun zulme uğrayan kimseleri zalimine teslim edemeyiz. Boraltan Köprüsü Katliamı ya da Boraltan Faciası’nın ülkemiz tarihi açısından ne kadar utanç veren bir hadise olduğunu unutmamamız gerekir diye düşünüyorum. Bunlara ek olarak Suriyeliler ile aramızdaki vefa bağının unutulmaması gerektiğini düşünüyorum. Zira Suriye, Çanakkale harbinde yani Anadolu’nun savunmasında en fazla şehid veren coğrafyadır. Bugün bile Çanakkale’yi

ziyaret ettiğinizde oradaki şehitliklerde Halepli Ahmedi, Humuslu Mehmedi, Şamlı filanca şeyhi yada mollayı yada İdlib’li gençlerin isimlerini görebiliriz. Yani Suriye halkı Anadolu’nun ve Osmanlı’nın savunmasında aman bana ne, savaş benim bölgemde şehrimde köyümde değil banane, benimle ne alakası var dememiş Çanakkale’ye koşmuş mücadele etmiş, bedel ödemiş kan dökmüştür. Dolayısı ile bizimle birlikte omuz omuza bu toprakları savunan cihad eden ve bu coğrafyayı ve mukaddeslerini dedelerimizle birlikte savunan bir halk Suriye halkı. Bir diğer husus ise Suriye halkını oluşturan milyonlarca Türkmen, Kürt ve Arap ile ülkemiz insanın akrabalık bağıdır. Dolayısıyla aynı milletlerden olmamız itibarı ile de tarihi sorumluluklarımız var. Bu nedenle de bu mustazaf halkı Suriye’deki zalimlerin eline terk etmemiz doğru olmaz. Fakat ne yazık ki ülkemizin bir kısım medyasında Suriye ve Suriyeliler meselesine insaf sahibi Avrupalıları bile utandıran İslam karşıtı PEGİDA ırkçıları gibi bakan bir güruh var ve ne yazık ki bu güruh ellerindeki medya gücüyle sistemli olarak Suriyeliler evlerine dönsünler benzeri provakatif cümlelerle bir algı operasyonu yürütüyorlar. Bu insafsızlar Suriyelilerin dahil olduğu kimi kriminal olayları da bahane ederek “Suriyeliler kötüdür ve evlerine dönmeliler, göndereceğiz “ algısını sürekli pompalıyorlar. Maalesef ülkemizin her yanında kapkaççılık, cinayet, gasp, tecavüz vb. kriminal hadiseler yaşanmaktadır. Eldeki istatistiklere göre bu kriminal hadiselere dahil olan Suriyelilerin oranı hiçte yüksek değil hatta oldukçada olumlu bir seyir içindeler. Yani kanunları çiğnemek ve suç işleme eğilimleri oldukça düşük. Ama yürütülen algı operasyonlarına bakılırsa ülke hapishanelerindeki yüzbinlerce suçlunun tamamı Suriyeli ve onları kovarsak ülke Asr-ı Saadete dönecek. İşlenen bir cinayetin failinin İstanbullu olması tüm İstanbulluları yada Türkleri katil yapmayacağı gibi aynı cürmün faili bir Suriyeli nedeniyle tüm Suriyelileri de katil diye yaftalayamayız. Bu açıdan baktığımızda bu insanların! Vicdanlı, adaletli, merhametli davranmadıklarını her şeyden önce ahlaklı davranmadıkları ortaya çıkıyor. Sosyo-psikolojik açıdan bakıldığında bu denli yoğun insani göçlerin yaşandığı yerlerde iş imkanları azalabilir, kiralar yükselebilir, ulaşım yada sağlık hizmetlerinde bir takım aksamalar olabilir hatta mültecilerin bir bölümünü yabancı bir ülkede olmanın rahatlığıyla kimi kriminal olaylara karışabilir, hızlıca zengin olmanın yollarını da arayabilirler ama gerçek şu ki sekiz yıldır ülkemizde bulunan Suriyelilerin bu konudaki sicilleri oldukça olumlu. Asıl acı olansa sık sık basına yansıyan olayların büyük bir bölümünün yalan ve iftira haber olması. Peki ne hedefliyorlar bu insanlık suçunun failleri derseniz, sanırım bu nefret söyleminin asıl gerekçesi imkanları ölçüsünde Suriyelilere yönelik olumlu yaklaşımları ile takdir toplayan siyasi iktidarı bu yolla yıpratmak. Acı ve acınacak olansa son derece insani olan bu durumun siyasi malzeme yapılması. Türkiye gibi nüfusunun hatırı sayılır bir bölümü Çeçen, Çerkez, Arnavut, Bulgar Yunan veya başka bölge göçmenlerinden oluşmaktadır. Herhangi birinin bu vatandaşlarımıza bu ülkeden çekin gidin deme hakları olmadığı gibi Suriyeli misafirlerimizi de cellatlarına teslim edelim deme hakkı olmamalıdır. Bu siyaseten de insani olarak ta intihardır. Bu necip millet bölgeyi cehenneme çeviren Esed rejimiyle, mezhepçi grup ve örgütlerle ya da PKK’lılarla aynı nefret söylemini kullanan ve ülkenin değerlerinden uzak odakların bu tür algı operasyonlarına pirim vermeyeceğine inancım tamdır.

Dünyanın birçok ülkesine yardım faaliyetleri dolayısıyla gittiniz. Geri döndüğünüzde hissettiklerimizi paylaşır mısınız?

2011’de Kurban organizasyonu için birkaç arkadaşımla birlikte Çad’taydık. Kurban kesimlerini tamamladıktan sonra bir okul ziyareti yapmak istedim. Tek başımaydım. Arkadaşlar ve aynı zamanda tercümanlığımızı yapan Ahmed yorucu bir çalışmanın ardından dinleniyorlardı. Zaten bulunduğumuz yerde bir tane okul vardı. Sınıfa girdiğimde öğrenciler ayağa kalkarak beni Arapça bir marşla karşıladılar. Anladığım kadarıyla burada olduğumuz için bize teşekkür ediyorlardı. Ve bu öyle politik bir teşekkür değildi. Belki de görebileceğiniz en samimi, en içten teşekkürdü. Gözlerim dolmadı dersem, yalan olur. Çocukların küçük bir dershaneleri var. Sıraları yok. İşin en kötü tarafı defter ve kalemleri yok. Bunların yerine Çad ve Afrika’da ki hemen hemen bütün çocuklar bin yıl evvelinin tabletlerini kullanıyorlar. Nasıl mı? Kömüre benzeyen bir maddeyi toz haline getirip, bu tozu bir çeşit yapıştırıcı ile karıştırıyorlar, topak haline getiriyorlar. Daha sonra toz ve yapıştırıcıdan oluşan bu topağı dövüp tekrar toz haline getiriyorlar. Bu tozu suyla karıştırıp bir çeşit mürekkep elde ediyorlar. Bu mürekkebi her hangi bir yerde buldukları her hangi tahtanın üzerine ney kamışına benzer bir kalemle! yazıyorlar. Bu çocukların defterleri kalemleri bunlar. 21’inci yüzyılda bu utanç verici bir şey. Hele ülkemizde bile tabletsiz öğrenci kalmayacak deniyorken. Bir yanda tabletlerin inçleri hızları yarıştırılırken, bir yanda ney kamışları ve tahta parçaları. Tabir-i caizse itahta İpad’le yarıştırılıyor. Bu arada o çocukların tahtalara yazdıkları şeyleri çabucak ezberlemek zorundalar. Beraber hareket etmek zorundalar. Çünkü tahtanın üstünü temizleyip yeni konulara geçmeleri gerekiyor. Bu çocukların, bizim çocuklarımızdan daha çabuk ve daha zor şartlarda öğrenmeleri gerekiyor, zira açlıkla, iç savaşlarla ve yoksunluklarla mücadele edecekler daha. Yokluğunu duymadığınız şeyin üzüntüsünü de duymazsınız. Açlığı bilmediğiniz için buna üzülemezsiniz. Açlıktan ölmenin ne olduğunu bilmediğiniz için, buna layıkıyla üzülemezsiniz. Bu insanların yiyecek yemekleri yok. Bu insanların yatacak yerleri yok. Bu insanların ibadet edecek yerleri yok. Bu insanların içecek suları yok. Bu insanların insan gibi yaşamak için olanakları yok! Müslümanlar olarak, insanlık olarak gücümüzün yettiği kadar bu kardeşlerimize yardım etmeliyiz.

whatsapp-image-2019-01-03-at-14.12.53.jpeg

Hocam iyilik sizce nedir?

“İki nîmet vardır ki, beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum: Birincisi, bir kimsenin, ihtiyacını karşılayacağımı ümit ederek bana gelmesi ve bütün samimiyetiyle benden yardım istemesidir. İkicisi de, Allah’ın, o kimsenin arzusunu benim vâsıtamla yerine getirmesi yahut kolaylaştırmasıdır. Bir Müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünya dolusu altın ve gümüşe sahip olmaya tercih ederim.” Diyor Hz. Ali (r.a.) ve fazla söze hacet bırakmıyor, işte bu İslami bilinç, iyiliğin ta kendisi bence.

 

Yenikapıhaber - Turuncudergi / ÖZEL

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.